26 Ağustos 2016 Cuma

Kadere iman, imanın kemalidir (9): Kadersiz Kur'an olur mu?

Yaratış elbetteki yapıcılıktır. Ve yapıcılık yıkıcılık gibi değildir. İkisi de fiildir, fakat mahiyetleri farklıdır. Yapıcılık, gelişigüzellik değil, belirginlik ister. Tesadüf değil, düzen ister. Kader konusunda inkârcılarının en temelde anlayamadığı şey şu sanırım: "Bilmek yıkmaktan sonra gelir de yapmaktan sonra gelemez." Düzen bilmeksiz yaratılamaz. Birşeyin yaratılışı onun nasıl yaratılacağını bilmeden olamaz. Yani yaratılış sadece kudretle değil ilimle de ilişkilidir. Öncesinde (bu öncelik-sonralık beşerin sınırlılığı için geçerlidir) ilim olmayan yaratış olamaz. Bir dönem reklamlarda da vurgulandığı gibi: "Kontrolsüz güç, güç değildir." Öncesinde ilim olmayan fiil yıkıcıdır. Kudreti kontrolde tutan ilmin kalıbıdır. Yani sınırların belirginliğidir.

Peki, yaratılış sadece ilim ve kudretle mi ilişkilidir? Elbette hayır. Bir fiilin vücuda gelebilmesi için gereken üçüncü öğe de iradedir. İlimle kudret arasındaki bağı kuran odur. Nasıl yapılacağını bildiğiniz o kadar çok şey vardır ki, eğer onlardan birisini seçmezseniz, kudretiniz hiçbirisini elinize vermez. Yapmasını bildiğiniz yüzlerce yemek olabilir. Ama akşama ne yapacağınıza karar vermediğiniz sürece misafirleriniz açlık riskiyle karşı karşıyadır.

Kadere imanımız da, aslında, yaratışın ilim ve irade ile olan ilgisini kabulümüzdür. Tevhide inananlar için yaratışın ilim ve irade boyutunu, kaçınılmaz bir şekilde, 'kader' ifade eder. Bediüzzaman'ın 'Birşeyin neticesi, semeresi evvel düşünülür. Demek, vücuden en âhir, mânen de en evveldir...' ifadesi yapıcılığın yıkıcılıktan farkını da ortaya koyar. Eğer ilimle belirli ve iradeyle seçilmiş bir hedefe doğru gitmiyorsa fiileriniz, o bir yaratış değil, ancak yokediştir. Allah'ın rububiyeti, yani terbiye ediciliği, eğer (hâşâ) ulaşılacak kemalden haberdar olmayan bir rububiyet ise, nasıl o kemale ulaştıracaktır? Kader inkârcılarının ilk önce hesaplaşmaları gereken şey şudur: Öncesinde bir ilim ve irade olmadan yaratılış salt kudretle nasıl açıklanacaktır?

Yine mürşidimin sıklıkla ifade ettiği, 'insanın elinin hayırda kısa, şerde uzun oluşu' yoksun olduğu ilim penceresinden anlaşılabilir. İnsan yaptığı fiilerin ne kadarının sonuçlarına/içeriğine ilmiyle kaildir? Bu cahilliği nedeniyle yapacaklarının şerre yakın olması kaçınılmazdır. Çünkü ilimsiz eylem yıkıcılığa yaklaşır. Evet, Allah, bazı şeyleri onun istemesi üzerine yaratmaktadır. Fakat bu yaratışın içeriğini veya sonuçlarını taşıyacak ilim insanda bulunmamaktadır. Bu yoksunluk nedeniyle istemesinin yapış mı/yıkış mı olduğunu ayırabilmesi güçtür. Şeriat bu noktada bize 'yapıcıların' ve 'yıkıcıların' neler olduğunu tarif ederek kolaylık sağlar. Aleyhissalatuvesselam buyurur: "Din kolaylıktır." Biz bu âlemde yaşarız. Bu âlemde işleriz. Bu âlemde eyleriz. Fakat bu âlemi yıkmamak için gerekli olan kuşatıcı ilimden bihaberiz.

Bediüzzaman'ın "Madem ki yapar ve bilir; elbette konuşur..." cümlesi de kaderin yaratış, vahiy ve nübüvvetle olan ilgisini karşıkonulmaz bir şekilde ortaya koyar. Allah'ın yapması bilmesiyle ilişkili olduğu gibi, konuşması da yapması ve bilmesiyle ilişkilidir. Aslında ilim, irade ve kudret dediğimiz üçlü 'yaratış' üzerinden bize önce şunu söyler: Allah, mahlukatıyla ilgilidir. İlgilidir ki, yaratmıştır. Bu ilginin seviyesi ise yaratışı ve bilişi gibi sonsuzdur. Kur'an'daki ifadeleriyle, 'insana şah damarından yakın olan' veya 'kişi ile kalbi arasına giren' Allah, ilahlığının şanı olarak böyledir. Zira şah damarını yaratanın şah damarından, kişiyi ve kalbini yaratanın kişiden ve kalpten daha uzakta olması düşünülemez. Bu yakınlık elbette mekansal bir yakınlık değil, yaratışın ve bilişin haber verdiği ilgi yakınlığıdır. Kader böylesi bir yakınlıktan haber verir.

Bilinen şey aslında ilgilenilen şeydir. İrade edilen de ilgilenilendir. Yaratışın kudret kısmı da bir ilgi anlatır. Biz hem ilim, hem irade, hem kudret üzerinden Allah'ın bizimle hem Ehadî hem Vahidî düzlemlerde ilgilendiğini anlarız. Bu belki bu üç sıfattan yapılan ortak bir şuunat okumasıdır.

"Merhametine mazhar olanların, hususan Cennet-i bâkiyede nihayetsiz envâ-ı rahmet ve şefkatine mazhar olanların derece-i saadetlerine ve tena'umlarına ve ferahlarına göre, o Zât-ı Rahmânü'r-Rahîm, Ona lâyık bir tarzda bir muhabbet, bir sevmek gibi, Ona lâyık şuûnâtla tabir edilen ulvî, kudsî, güzel, münezzeh mânâları vardır. 'Lezzet-i kudsiye, aşk-ı mukaddes, ferah-ı münezzeh, mesruriyet-i kudsiye' tabir edilen, izn-i şer'î olmadığından yad edemediğimiz gayet münezzeh, mukaddes şuûnâtı vardır ki, herbiri, kâinatta gördüğümüz ve mevcudat mâbeyninde hissettiğimiz aşk ve ferah ve mesruriyetten nihayetsiz derecelerde daha yüksek, daha ulvî, daha mukaddes, daha münezzeh olduğunu çok yerlerde ispat etmişiz."

Allah bizi bilmektedir, çünkü bizimle ilgilenmektedir. Allah bizi irade etmektedir, çünkü bizimle ilgilenmektedir. Allah bizi kudretiyle yaratmaktadır, çünkü bizimle ilgilenmektedir. (Yine öncelik-sonralık ilişkisinin beşerin sınırlarıyla ilgili birşey olduğunu hatırda tutalım.) Bu açıdan bakıldığında denilebilir ki: Kullarıyla 'bilmek' ve 'yapmak' yönünden ilgisi aşikâr olan Allah'a 'konuşmak ilgisi' yönünde bir yasak konulamaz. Bilmek ve yapmak yönündeki ilgileri iktiza eder ki, konuşsun. (Deizm tam da bu noktada çıkmaza düşer.) Çünkü yarattıklarını konuşulabilir yarattığı gibi onlara yaşayışlarını yokedişlere çevirebilecek irade de vermiştir. Bunu da bilmektedir. Yaşayışlarını yokediş haline getirmemeleri için ilme ihtiyaçları vardır. Bu ilim de ancak 'konuşmak' üzerinden aktarılabilir. Bu da hem vahyi ve hem de nübüvveti gerektirir. Yani demem o ki arkadaşım: Kaderî bilişin akaidin tamamıyla ilgisi vardır. Sen bakma "Kur'an'da yok!" falan diye martaval okuyanlara... Kur'an'ın nüzulu dahi kaderî bilişin sonucudur. Kaderi inkâr eden iman kalesini yıkmaya başlar. Artık yokedişi nerede durur, bilinmez.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...