3 Nisan 2017 Pazartesi

Sızıların azalıyorsa onu okuyorsun demektir

Madem yazılarımda 'yaraların yazdırıcılığına' ve 'yazıların iyileştiriciliğine' sıklıkla değiniyorum, o halde, bütün bu yara-yazı meselelerini dünyamda tetikleyen ayet hakkında da birşeyler söyleyebilmeliyim: "Eğer biz onu, yabancı dilden bir Kur'an kılsaydık, diyeceklerdi ki: Ayetleri tafsilatlı şekilde açıklanmalı değil miydi? Arab'a yabancı dilden (kitap) olur mu? De ki: O, inananlar için doğru yolu gösteren bir kılavuzdur ve şifadır. İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur'an onlara kapalıdır. (Sanki) onlara uzak bir yerden bağırılıyor (da Kur'an'da ne söylendiğini anlamıyorlar.)" Fussilet sûresinde geçen bu şeker-bal ifadelerde özellikle ilgimi çeken bölümse Kur'an'ın 'huden ve şifaun' yani 'hidayet ve şifa' olarak anlatıldığı kısım.

Ben, bu kısımda, 'hidayet' ile 'şifa'nın kardeş kılınmasında büyük hikmetler görüyorum. Nasıl? Belki şöyle: Şu ayet, hidayetin, ötemizde birşey veya sadece 'entelektüel bir meşgale' olmadığını, yaralarımızla da ilgili olduğunu ortaya koyuyor. Yani; biz Kur'an'a dair hangi marifete erişsek, o bizim bir yaramıza şifa olur. Kenarda kalmaz. Salt bir malumat olmaz. Devasını hissederiz. Rahatlarız. Ferahlarız. Göğsümüz genişler. Kur'an'la ilgili bilişler böyle bilişlerdir. Onlar insanın yaralarına dokunmayan bilişler gibi değildir. Talebesi de öyle bilip talip olmalıdır. Kendi yaralarına deva arayanlarla konuşur Kur'an. Şifa arayanlara hidayet gösterir. Ve hidayeti elde eden de tesirini yaralarında hisseder.

Bu meselenin birinci tarafı. İkincisi: Kur'an'ın hidayeti, bir yere giden çok yollardan en kısası değildir, tek yoldur. Sağladığı avantaj, salt yolu kısaltmasıyla değil, gideceği yere götüren tek yol olmasıyladır. Yani; Kur'an'ın kalbimize lütfettiği bilgi, doğruya giden yolların çok olduğu bir düzlemde, onların kolay bir alternatifi gibi değildir. Kur'an, doğruya giden başka yolun olmadığı bir düzlemde, hakikate giden tek yoldur. Bu, ondan gayrısını yaralı, onu ise şifalı kılar. Alternatifi marazdır. Nakşolduğu gönüller hep sızılıdır. O, kimin gönlüne misafir olmuşsa, ona şifa vermiştir. Onsuz bulunacak sağlık yoktur.

İstanbul'dan Sivas'a gitmenin çok yolları olabilir. Bunlardan birisi, belki en kısası, bize hidayet gibi gelebilir. (Kısalık/kolaylık da bir hidayettir.) Ama Kur'an'la gelen hidayet böyle değildir. Kur'an'la gelen marifet ondan gayrı yolların çıkmaz olduğu yerde Sivas'ı gösterir bize. Kendisini hidayetin yanında şifa ile de anması böyle bir dersi içeriyor olabilir. Allahu'l-alem.

En nihayet bu bahiste şunu söyleyebilirim: Bu ayet-i kerime, bize, hidayetin şifayla ve hakikatin yarayla ilgisini anlatıyor. Benim, yaralar üzerinde bu kadar durmam ve yaralarıyla uğraşanların yazılarını methetmem de bu yüzden. Onlar kalplerine dokunan bir işle meşgul oluyorlar. Kur'an'ı muhatabıymış gibi okuyabilmenin sırrı da bu. Sızıların azalıyorsa onu okuyorsun demektir. Kur'an'ın gırtlaktan aşağıya indiğinin delili budur. Hidayetin sana misafir olduğunu şifasından anlarsın. Rahatlarsın. Ferahlarsın. Göğsün genişler. Bu bilgi "Filancalar öyle söylüyor..." bilgisi değildir. Hidayet böyle birşey değildir. Yaranın farkındaysan sesini işitirsin. Yoksa kulaklarına bir ağırlık iner.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...