14 Nisan 2017 Cuma

Yazmak yaşamaktan boğulanlar için nefes almaktır

"Stavrogin, inanırsa inandığına inanmaz, inanmazsa da inanmadığına inanmaz..." Dostoyevski, Ecinniler'den.

Yazılacak ne çok şey var. Kaşıkla denizi bitirmeye çalışıyoruz. Bazen yazacakların bitmeyişinden gelen ümitsizlik bizzat yazışımın düşmanı oluyor. Bazen de heyecanı... "Acaba bir dahaki bölümde neler olacak?" diye tatlı bir bekleyişe girmek gibi.

İnsan Allah'ın kendisine lütfedeceklerini beklemek üzere yaratılmıştır. Açlıklarımızın özü budur. Beklemek şuurdur. Beklemek bilmektir. Beklemek farkındalıktır. Beklemek, geçmişi bilmek ve geleceğin farkında olmaktır. Bu beklenti hayatın ta kendisidir. Beklediklerin arttıkça yaşam lezzetlenir. Beklediğin şeyler varsa yaşadığını hissedersin. "Duanız olmasa ne ehemmiyetiniz var?" buyuran ayet-i kerime bir açıdan da bizi 'beklentisizlik' çukurundan çıkmaya çağırıyor. Öyle ya, duan yoksa beklentin de yoktur, beklentin yoksa umudun da yoktur, umudun yoksa emeğin de yoktur. Umudun olmayışı yürüyen bir cesede çevirir insanı. O halde dua etmekten vazgeçmeyelim. Çünkü hakikaten 'daha vazgeçmediğimizi' gösterir.

Ertesi gün uyanmak için bir nedene sahip olmalıyız gece gözlerimizi kapadığımızda. Yarının bugünden farklı olacağına dair umudumuz olmalı. Yarın bizim için Alice'in harikalar diyarı olmalı. "İki günü eşit olan zarardadır!" buyuran Allah Resulü aleyhissalatuvesselam, belki sadece hakikatte böyle olduğu için değil, iki günü birbirine eşit olan da tam bu şekilde hissettiği için böyle söylüyor. Onun 'kendisine zarar verici' psikolojisinden haber veriyor.

Ben de böyle hissederim. Yarın yeni bir yazı yazmayacaksam ve kendimce yeni şeyler söylemeyeceksem dünyaya, dünyaya uyanmak güçleşir. Yazmak benim için hayata tutunma şeklidir. Bana bağışlanmış kulptur. Boşuna yaşamadığımı hissettirir. Hayata birşeyler katabilmenin başarabildiğim tek yolunu onunla bulmuş gibiyim. Büsbütün yararsız olmaktan onunla kurtuluyor gibiyim.

'Geceyi bir dinlenme vakti' ve 'uykuyu bir istirahat' olarak tayin eden ve Kur'an'ında bunu bize haber veren Allah, nasıl rüya ile de bizi/hayalimizi yaşamın tekdüzeliğinden kurtarıyor, bir harikalar âlemi bağışlıyor hayatlarımıza, aynen öyle de, yazmakla da yine bize bir harikalar diyarı bağışlıyor gibidir. Yazanlar bu diyarı bilirler.

"İkincisi, hususî rububiyetidir ve has iltifat ve imdad-ı Rahmânîsidir ki, umumî kanunların tazyikatı altında tahammül edemeyen fertlerin imdadına, Rahmânü'r-Rahîm isimleri imdada yetişirler, hususî bir surette muavenet ederler, o tazyikattan kurtarırlar. Onun için, her zîhayat, hususan insan, her anda Ondan istimdat eder ve medet alabilir. İşte bu hususî rububiyetindeki ihsânâtı, ehl-i gaflete karşı da tesadüf altına gizlenmez ve tabiata havale edilmez."

Hepimizin hayatında tutunmamız için bırakılmış bize özel kulplar, yani 'has iltifatlar' ve 'imdad-ı Rahmanî'ler var. Bizi 'umumi kanunların tazyikatı'ndan kurtarıyor onlar. İşte yazmak da yaşamaktan boğulanlar için nefes almaktır. Duvarların içinden geçemediğimizde satırların içinden geçeriz. Kilitli kapıları açamadığımızda cümlelerin kilitleri açılır. Kendilik zindanından çıkmanın yoludur yazmak. Senden başka bir sen olmaktır.

İçinde senden daha iyi bir insan, söylediklerinden daha güzel cümleler veya yaşadığından daha tatlı bir öykü vardır ve sen kaleminle kendini kazıyarak ona ulaşmaya çalışırsın. Ulaşamasan da iyi hissedersin. Çünkü emeğin vardır. Çünkü ümidin vardır. Çünkü beklentin vardır. Çünkü o günkü duanı etmişsindir. Dua ettiğinden ötürü de kendini ehemmiyetli hissedersin. Öyle deme. Önce senin ihtiyacın var kendini önemli bulmaya. Yoksa boşuboşunalığın boşluğuna düşersin. 'Eşitliğin zararı' bundan başka nedir ki?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...