28 Ekim 2020 Çarşamba

Ya Muhakemat geleneği savunuyorsa?

"Her asır başında hadisçe geleceği tebşir edilen dinin yüksek hâdimleri, emr-i dinde mübtedi' değil, müttebidirler. Yani, kendilerinden ve yeniden bir şey ihdas etmezler, yeni ahkâm getirmezler. (...) Ancak tavr-ı esâsiyi bozmadan ve ruh-u aslîyi rencide etmeden, yeni izah tarzlarıyla, zamanın fehmine uygun yeni ikna usulleriyle ve yeni tevcihat ve tafsilât ile îfa-i vazife ederler." Şualar'dan.

Birkaç satırcık da olsa şu meseleye değineyim: Bir kısım neo-nurcular Muhakemat'ın 'gelenek eleştirisi' olduğunu söylüyorlar. Bunu söylerken de sapla samanı birbirinden ayıramama arızası yaşıyorlar. Yani, neredeyse reformist/modernist taife kadar bir aymazlıkla, Ehl-i Sünnet'te asıldan-fürûa varolagelen(!) sorunların Bediüzzamanca dillendirildiğini ifade ediyorlar. Hâşâ. Hiç. Hiç böyle değil. Tamam. Muhakemat hakikaten 'tefsir mukaddimesi' olarak müellifinin ilmî yaklaşımını içerir. Mukaddimeler zaten böyle bir geleneğin parçasıdırlar. Onları yazmakla müfessirler, yapacakları tefsirde nasıl bir yol izleyeceklerini, hangi hassasiyetleri gözeteceklerini belirtmiş olurlar. Yani bir nevi hesap verirler. Elbette metinde bir parça tenkid de vardır. Fakat, işte hata da burada başlıyor, bu tenkid nereye yapılmaktadır?

Cevaptan önce hata sahiplerini iki zümreye ayırdığımın altını çizeyim: 1) Bediüzzaman'a sevgilerinden dolayı sapanlar. Evet. Müellifin de bir yerde dediği gibi: "Mübalağa ihtilalcidir!" Muhabbetlerindeki ifrattan dolayı onu yere-göğe sığdıramayanlar, gün geliyor ki, Ehl-i Sünnet'in içine de sığdıramıyorlar. Her tanımı dar buluyorlar. Aidiyetleri zûl sanıyorlar. Sanki daha yukarısını bulabileceklermiş gibi havaya kaldırıyorlar. Elbette Bediüzzaman onların keyfine göre oraya-buraya gidecek değildir. Eserlerinde Ehl-i Sünnet kimliğini gayet açık bir şekilde, hem de mükerreren, belirtmiştir. Lakin, ne yaparsınız ki, muhabbetin de gözü kördür.

Bu kısma bir parça şefkatle bakabiliriz. Nihayetinde niyetleri kötü değil. Hem mevzuyu açıkladığınızda uyanmaları da kolaydır. Zira saptıkları ifratın özünde Ehl-i Sünnet'in bu ümmet için neyi ifade ettiğini bilmemek vardır. Anlayınca aşırılıklarından vazgeçmeleri, yine mürşidlerine duydukları muhabbet hakkı-hatırı için, umulur. İnşaallah. Âmin. Ancak şu ikincilerin arızası daha büyük sıkıntılar içeriyor. Çünkü onlar esasında nurcu değiller. Yok. Böyle söyleyince olmadı. Onlar aslında hem nurcular hem değiller. Nurcular, çünkü eserleri çok okuyorlar, hem de üzerine tefekkür ediyorlar. Değiller, çünkü eserleri müellifin yürüdüğü yol üzere değil, Umberto Eco'nun tabiriyle 'aşırı yorum'lar için istimal ediyorlar. Yani denilebilir ki: Düpedüz metinleri kullanıyorlar. Çoğu zaman zaten vardıkları kanaatleri onda arıyorlar.

Bediüzzaman'ı ait olduğu Ehl-i Sünnet çizgisinden bir kere kopardıkları için metinlerin, özellikle de bir derece muğlak metinlerin, ne anlama gelebileceğinde büyük bir karmaşaya kavuşuyorlar. Kavuşuyorlar çünkü arzuluyorlar. Çünkü karmaşa onlara 'yorumlama' açısından büyük bir özgürlük alanı sağlıyor. (Müteşabih ayetler hakkında düşülen hatanın bir benzerini Risale metinlerine taşımalarına elveriyor.) Hassaten Eski Said dönemi teliflerinin içinden acayip çıkarımlara varılıyor. Muhakemat ise sürecin en mağdurlarından birisi oluyor. Çünkü bu zümre ondaki tenkidi de doğru okuyamıyor. İşine yarayacağını düşündüğü her noktaya teşmil ediyor. Mesela, yazımıza başlarken andığımız gibi, "Bütün bir Ehl-i Sünnet eleştirisidir!" diyor.

Bu zümreden rastladıklarımla ettiğim müzakerelerde-münazaralarda şunu gördüm: Bunların birçoğunun 'metne bizzat kendileri giderek' oluşturdukları bir görüş yok. Ya? Bir abileri var. Nasıl desem? Bir okuma önderleri var. Kanaat önderi gibi birşey. Bu abinin/önderin eşliğinde yaptıkları okumalarda 'metinlerin nasıl anlaşılması gerektiğini' de ders almışlar. Bizatihi metne "Bunu ne kadar söylüyorsun?" diye sormamışlar. Sınamamışlar. Çoğunun böyle bir merakı da yok zaten. Abur-cubur tefekkürü seviyorlar. Bu abilerin okuma şekli 'siyasî' veya 'itikadî' veyahut 'amelî' temayülleri doğruladığı için onunla yeterli tatmini yaşıyorlar. Hatta başkalarının hiç anlamadığı şekillerde anladıkları için elitik bir kibr u sekr hali de hasıl oluyor. 

Örnekle açmaya çalışayım. Sözgelimi: Muhakemat'ın Ehl-i Sünnet eleştirisi olduğunu söyleyenlerden birisine soruyorum: Bana Bediüzzaman'ın "Sünnî usûlünde bu şöyledir. Fakat aslında böyle olması gerekir. Ben böyle düşünüyorum..." tarzı hüküm belirttiği bir yeri/metni nakledebilir misin? Elbette buna cevapları yok. Varsa da işin ucu hep kendi yorumlarına çıkıyor. Metnin aslı böyle anlaşılmayı zaruri kılmıyor. Hatta birkaçına Bediüzzaman'ın Ehl-i Sünnet'e muhalefet ettiğini sandıkları yerlerin esasında usûlün savunusu olduğunu gösterdiğimde afalladılar. Zaten öyledir. Muhakemat Bediüzzaman'ın Ehl-i Sünnet usûlünü savunusudur. Hakikate yaklaşımında, belagata yaklaşımında, akideye yaklaşımında Ehl-i Sünnet mizanlarını parlatarak ulema içinde bu mizanların hakkını veremeyenlere yaptığı ikazâttır.

Yani Bediüzzaman orada "Aman Ehl-i Sünnet usûlünden sapmayalım!" derken bunlar "Bak, gördün mü, nasıl da Ehl-i Sünnet'in sapmalarını söylüyor!" diye anlamaktadırlar. Onu neredeyse reformistler-modernistler sınıfına sokmaktadırlar. Hâşâ. Hiç. Hiç böyle değil. Bunların bu sözleri cahilliklerinden ileri gelmektedir. Ancak cahilliklerini kabullenmeyen cahiller olduklarından tehlikelidirler. Fanuslarından hiç çıkmayanlar için Risale-i Nur'la yanlış bir muhatabiyetin müsebbibi olmaktadırlar. Arızalı insanlar doğurmaktadırlar. Misaller aktararak uzatmak istemiyorum. Birazcık araştırmayla söyleyeceğimden fazlası bulunabilir.

Risale-i Nur adına değil, çünkü onların kemali kendilerindendir, fakat nurcular adına en büyük endişem budur: Metinlerle talipler arasına Ehl-i Sünnet kodları sağlam olmayan bazı abilerin/önderlerin yorumlarının girmesidir. Ve bu yorumların metne muhatabiyetleri köreltmesidir. Kardeşlerime tavsiyem: Risale-i Nur'u Ehl-i Sünnet'ten ötede anlamlandırmak isteyenlerden kaçsınlar. Ve böyle aşırı yorumlar işittiklerinde istimal edilen metni karşılarına alıp kendileri berrak bir zihinle sınasınlar: "Sen gerçekten bunu söylüyor musun?" Ben çok defa sordum. Neredeyse tamamında taşımayı hiç arzu etmedikleri anlamlar yüklenildiğini farkettim. Ne diyelim: Cenab-ı Hak ayaklarımızı istikametten ayırmasın. Âmin. Âmin. Âmin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...