Cinsiyet Eşitliği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Cinsiyet Eşitliği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Haziran 2022 Pazartesi

Johnny nasıl Depp'ti Amber'i Heard'ün mü?

 "Şüphesiz, ahirete iman etmeyenler, meleklere dişi isimleri veriyorlar." (Necm sûresi, 27)

'Gavur' deyip geçmeyin muhterem kârilerim. Adamlar ahiret işlerinden anlamasalar da dünyanın nasıl döndüğünü biliyorlar. Kârlarını-zararlarını ayırıyorlar. Nitekim bu iş görür muhakeme yeteneği sayesindedir ki, Johnny Depp abimiz, Amber Heard yengenin elinden itibarını kurtarabildi. Yaaa... Eğer "Kadının beyanı esastır!" gibi bir saçmalık orada olsaydı, abimiz şuan Kaptan Jack Sparrow gibi kodeste gün saymaktaydı. Bir verdiği karşı geldi galiba. (Muhtemelen pahalı avukatlara verdikleridir.) Paçayı sıyırdı. Tabii büsbütün sıyırma diye birşey sözkonusu değil. Zira eskiler böyle durumlar için derler: Şuyûu vukûundan beterdir. 

'Kadın iftirasına uğramış bir peygamberin kıssasını'  Kudsî Kitab'ında okuduğu halde "Kadının beyanı esastır!" gibi bir garabete tutunmuş pek az topluluk vardır herhalde tarihte. Ahirzamandır efendim. Olur. Belki (ve de Allah korusun) daha fenası da olur. "Erkeğin beyanı zerzevattır!" diye bir kanun da çıkabilir. Çünkü artık kadın-erkek hukukunda neyin 'doğru' neyin 'yanlış' olduğuna kadın hukukçular karar vermektedir. (Ve her nedense bu kadınların erkeklere bir husumeti sezilmektedir.) Kârilerim, yanlış anlamayın, Züleyha'nın durumunu insan kendisine şöyle-böyle açıklar. Fakat bu ablalarımızın hayattan istediklerini aldıkları zannedilir. Çünkü erkekliği geriletme davasına gönül vermiş mücahidelerin çoğusu evlidir. Maşaallah. Eh, yakıştırmayız, eve iş taşımak yanlış iken bir de evi işe taşımak hiç doğru olmaz. Sorun varsa bunları Türkiye'yi karıştırmadan çözmek en muteberi olur.

Bilmediğimiz hakkında konuşmayalım. Zannın çoğu haramdır. Bildiğimizse şu: Ta Firavun'dan beri, dünyacı/küfranî akıl, menfaatinin hangi gelecek senaryosunda olduğunu bilir. İsrailoğullarının erkeklerini öldüren Kıptîliğinde rahat eder. Çünkü 'erkekleri öldürmek erkekliği öldürmek'tir. Musa aleyhisselamın muvaffakiyeti bu 'erkek katliamına' karşı Allah'ın muhafazasında bulunmasındandır. Hayatına dair okuma yapanlar hakvereceklerdir. Musa aleyhisselam karakterçe de erkektir. Şimdi 'erkek' kelimesini 'olumlu' anlamda çok kullandık ya. Buradan da başımıza işler açılacak. Üşenmeyip o konuya dair birşeyler karalayalım:

Efendim, müslüman, erkeği 'erkek' kadını da 'kadın' iken sever. Çünkü herşeyin Allah'ın yarattığı şekilde doğru olduğuna iman etmiştir. Allah Hakîm'dir. Nihayetsiz hikmet sahibidir. Yaptıklarında abes-yanlış yoktur. Yani ki beşer tashihine ihtiyaç yoktur. O nedenle yaratışında 'adres şaşırması' olduğu düşünülemez. Evet. Bütün renkler Allah'ındır. Farklılıkları yaratan Allah'dır. Fakat Allah'ın yarattığı renkte yanlış olduğu imâ edilemez. "Bu mavi görünüyor ama aslında sarıdır!" diye birşey yoktur bizim itikadımızda. Allah'ın mavi olarak yarattığı mavidir. Sarı olarak yarattığı da sarıdır. Bu sebepten mavi maviliğe, sarı da sarılığa teşvik edilir. Mavi sarılıktan, sarı da mavilikten men edilir. Fıtratlarının aksine yönlendirilmez. Aksine yönlendirme Allah'ın yaratışı hakkında terbiyesiz ithamlar taşır. 

Doğruyu görmek istemeyenlere ise modern(!) çağda tabiata (daha doğrusu kevniyata-kainata) firavunane yapılan müdahalelerin küremizi düşürdüğü durum misal gösterilmelidir. Beşerin küfranî hendesesi, hangi ölçüsünde-tartısında dünyayı 'daha iyiye' götürmüştür ki, cinsiyet konusunda isabet ediyor olabilsin? Elbette buradan da varacağı yeni bir kıyamettir.

Şunu bir türlü anlatamıyoruz bu arkadaşlara: Bir erkeğe "Karı gibi konuşup durma!" nasıl bir uyarıysa kadına da "Erkek Fatmalık yapma!" o derece uyarıdır. Birincinde 'karı' ikincisinde ise 'erkek' hakaret kastıyla kullanılmıştır. Yani sadece 'kadınlığın aşağılanması' diye birşey sözkonusu değildir. Erkekliğin de yersizliğinde kınandığı olur. Kastolunan tavrın hikmetsizliğidir. Ümmetin burada korumaya çalıştığı aradaki çizgidir. Çünkü müslüman herşeyi, hem Yaradandan ötürü, hem de tam yarattığı şekilde sever.

Diyorum ya: Gavuru küçük görmemek lazım. Gavur, tüm gavurluğu içinde, dünya işinin nasıl döndüğünü biliyor. O yüzden Gone Girl (Kayıp Kız) gibi filmleri de çekiyor. Yani uyarıyor: Arkadaş, bu kadını melekleştirmeye çalışıyorsunuz amma, bu da bir ifrattır. Eğer bir kadın şeytanının oyuncağı olursa erkeğin başına türlü işler getirebilir. Bunu da kendisinin melekliğine toz kondurmadan halleder. İnanmayan varsa filmin hikâyesini araştırıp okusun. (Aslı romandır zaten. Onun da Türkçesi mevcuttur. Boş vakti olan kurcalayabilir.) Zaten ümmete bu hastalık da arız oldu artık. Kendi kitabındaki doğruları bile ancak gavurlardan onayını işitirse kabul edebiliyor. Onlar onaylamasa kenarda bekletiyor.


Firavun zeki adamdı muhterem kârilerim. Tek gözlü, yani Deccalî, yani yalnız dünyanın işine konsantre bir akılcılığı vardı. O yüzden köle statüsünde yaşattığı İsrailoğulları'nın erkeklerini/erkekliğini öldürmüştü. O kavim ki, gördükleri nice mucizeye rağmen, Musa aleyhisselama defalarca kaypaklık ettiler. Savaşa gittiklerinde "Senle Allah'ın savaşsın!" deyip gevşediler. Tur dağına çıkınca hemen bir buzağı heykeli yapıp tapınmaya başladılar. Daha türlü türlü oyunları Musa aleyhisselamın müstakim erkekliğine çevirdiler. Onların kıssalarını okuduğunuzda Yakub aleyhisselamın oğullarına "Şehre ayrı kapılardan girin!" demesinin sırrına da bir derece vâkıf olursunuz. Kıptîlerin bu kadar erkek gibi erkeği beraber görünce rahatsız olacağını sezen bir feraset vardır bu nasihatte. Allahu'l-a'lem. Ki Mısır serüvenleri boyunca da İsrailoğulları'nın erkekliği Kıptîlerin devletini rahatsız etmiştir.

Bizim erkekliğimiz de elbette birilerini rahatsız ediyor. Sadece erkekliğimiz mi? Bizim kadınlığımız da aynı şekilde rahatsızlık verici. Küresel akıl, Deccalî tek gözlülük, yine hedefini ıskalamıyor. Hemen gelecek senaryoları üzerine çalışmaya başlıyor. "Bu kadar müslüman erkek-kadın olmamalı!" Eh. Firavun gibi doğanları kundağının içinde öldürecek değil ya. 'Nüfus kontrolü' diyor. 'Aile planlaması' diyor. Algı yönetiyor. Kapısından girecek erkek sayısını düşürmeye çalışıyor. Yetmedi mi? Erkekliği bastırıyor. Kadınlığı erkekleştirerek erkekliği geriletmeye gayret ediyor. Bunu da apaçık yapacak hali yok tabii. Bir meşruiyet inşası şart. O da nedir? 'Kadın hakları'dır. 'Pozitif ayrımcılık'tır. 'Eril gelenek'tir. 'Cinsiyet eşitliği'dir. Hatta bizzat devletin-piyasanın kadınları erkeklerden daha çok beğenmesidir. 

Sonuç ne olur peki? Bediüzzaman, 5. Şua'da, "Ahirzamanda bir erkek kırk kadına nezaret eder!" hadisini rahatsız edici bir şekilde tevil ediyor arkadaşlar: "Allahu a'lem bissavab, bunun iki te'vili var: Birisi: O zamanda meşru nikâh azalır veya Rusya'daki gibi kalkar. Bir tek kadına bağlanmaktan kaçıp başıboş kalan, kırk bedbaht kadınlara çoban olur. İkinci te'vili: O fitne zamanında, harplerde erkeklerin çoğu telef olmasından, hem bir hikmete binaen ekser tevellüdat kızlar bulunmasından kinayedir. Belki hürriyet-i nisvan ve tam serbestiyetleri kadınlık şehvetini şiddetle ateşlendirdiğinden fıtratça erkeğine galebe eder; veledi kendi suretine çekmeye sebebiyet verdiğinden, emr-i İlâhî ile kızlar pek çok olur." 

Biz bu 'rahatsız edici tevil'e (ne mutlu ki rahatsız ediyor) tecrübelerimizle şunu da ekleyelim: Musa karakterli erkeklerin sayısı kırktabire düşerse sırrın bir başka vechi de ortaya çıkmış olur. Çünkü yine Bediüzzaman der: "Erkekler hevâ ve hevesle kadınlaşırsa, kadınlar da nâşizelikle erkekleşir." Rakamlar bu hileyle de oynatılabilir yani. 

Öyle. LGBT üzerinden çevrilen 'erkekleştirme-kadınlaştırma' oyunlarına kanarsak, bırakın Allah rızasını, kendi şerefini-menfaatini-namusunu korumak için bile savaşmayı göze alabilecek erkekler-kadınlar bulamayacağız. İçimizdeki Musalar her çağrılarında "Senle Allah'ın savaşsın!" kaypaklığına maruz kalacaklar. Fitnenin en can yakıcı yeri ise yine şurada düğümleniyor: Bizi kesen baltanın sapı da bizden. İşin o kısmını bile çalışmışlar sanki. KADEM(e) KADEM(e) inşa edilen bir Amber Heard'lar ordusu Kızıldeniz'e doğru ümmeti kovalıyor. Kimse diyemiyor: "Bu kanunlar Johnny'e-Tony'e, uyar mı Ali'ye-Veli'ye?" Cenab-ı Hak denizi geçebilmeyi nasip eylesin muhterem kârilerim. Ama geçince de zor bitmeyecek.

14 Temmuz 2019 Pazar

Parçanın adaleti bütünü bozar

Bir önceki yazıdan hareketle konuşmaya devam edelim. Bediüzzaman'ın "Erkeğe iki kız hissesi vardır!" gibi birkaç hükmü 'modern hukuk-İslam hukuku' kıyaslaması içinde ele aldığı bahsi/bahisleri okuyanlar bilirler: Mürşidim orada fıkhî hükümleri "Sen şunu aldın. Ben bunu aldım. Olmaz. Hayır. Cık. Sen bir dilim fazla aldın!" şeklinde analiz etmenin yanlış olduğunu söyler. Yani: Mevzu sadece paylaştırılan pastadan, pastadaki dilimlerden, onların eşitliğinden ibaret değildir. Ya?

Bir de bu pastayı paylaşanların fıtratlarının, o fıtratlar eşliğinde şekillenen ilişkilerin ve bu ilişkilerin oluşturduğu sosyolojik gerçeklerin hakkı vardır İslamî yasalarda. Şekeri olan elbette pastadan daha küçük bir dilim alır. Tok olan pastadan daha az yer. Aç olana daha fazla iltifat edilir. Onlara adalet böyle yapılır. Yani büyük resmin vücudîliğine devam etmesinin hakkı küçük parçaların hukuklarını da etkiler.

Evet. Büyük resmin ahengini sürdürebilmesi için detaylarında ona göre bir denge gözetilmesi gerekir. Dalak "Yerim dar oynayamıyorum!" deyu akciğerin arsasına çökemez. Kulak "Ben niye kenarda kaldım?" diye ağzı yerinden edemez. Vücuda zarar veremez. Verirse vücud devam edemez. Resim üzerinden misallendirmeye devam edersek: Mesela, Yeşil, ne kadar parlak bir tonda olursa olsun, çöl resmine yayılmaya teşebbüs edemez. Mavi, ne kadar güzel görünürse görünsün, şehrin siluetini istila edemez. Aşağıda uygulanan bu gibi sınırlayıcı yasaların, yasakların veya oranların, parçaların birer birer kusurlu-kusursuz, eksik-fazla, gerekli-gereksiz oluşuyla ilgisi yoktur. Resmin sahibinin gözükmesini istediği manzarayla ilgisi vardır. O hangi rengi, ne oranda, hangi baskınlıkla kullanmak istiyorsa parçalar ona göre şekillenir. Aksindeyse parçanın adaleti bütünü bozar.

'Parçanın adaleti' önemli bir ifade. Hatırlarsanız, yine bir önceki yazıda 'beşerî hukuk' ile 'ilahî hukuk' arasındaki bir nüansı konuşmuştuk. İlahî hukukun, parçaların tamamının üstünde 'ezelî' bir otoriteden tayin edildiği için, genel geçer olduğunu; beşerî hukukun ise, sınırlı parçalar tarafından tayin edildikleri için, diğer parçalar tarafından sürekli sorgulanır olduğunu ifade etmiştik. Hatta demiştik ki: Beşerî hukuk parçaların, sınıfların, tarafların mücadeleleri eşliğinde devamlı bir değişim geçirir.

Aldığı her yeni konum bir sonraki konum tarafından sınanır. Asla 'tamam' olmaz. Olmadığı için de yasama eşiğindeki kavgalar asla son bulmaz. Sınıflar çatışır, taraflar çatışır, bireyler çatışır, devletler çatışır. Herkes birbirinin bölgesinden 'kendi diliminin eşitliği adına' pasta tırtıklar. Bu çatışmalar biraz da mutlak bağlayıcılığın sözkonusu olamayışından beslenir. Haklar verilir-alınır, verilir-alınır, verilir-alınır. Yani beşerî yasaların 'beşerîliği' bizzat üzerlerine yaşanan kavgaların nedenidir.

İlk kanın dökülüşünü de anımsayalım. Kabil Habil'i neden öldürmüştü? Çünkü ilahî yasanın bağlayıcılığını kabul etmemişti. Habil'e verileni kendi hakkı olarak görmüştü. İşte, denilebilir ki, insanlık tarihinin tamamı esasında Habiller ve Kabiller arasındaki mücadelelerdir. Daha doğrusu: İş artık Kabiller ile Kabiller arasındaki münakaşalara dönmüştür. Çünkü şimdilerde kimse kendisine düşen paya razı değildir.

İslam bizden kendi yasalarına bağlılık istiyor. Zira yasasız bırakıldığımızda birbirimizin bölgesine ne tecavüzler yapabileceğimizi biliyor. Ve yasalarında bu tecavüzlere açık fıtratımızın mahiyetini de gözardı etmiyor. Mürşidimin Sözler'ine geri dönersek, orada, "Erkeğe iki kız hissesi vardır!" hükmünün 'kız çocuk-baba' veya 'kız kardeş-erkek kardeş' arası ilişkileri geliştirici, olgunlaştırıcı, arttırıcı yapısına dikkat çekildiğini görürüz. Yani, kız mirastan daha az hisse almakla, hem babasından hem de erkek kardeşinden daha çok himaye/şefkat görür. Aksi takdirde hem babanın hem erkek kardeşin gözünde 'servetin yarısını alıp ele götürecek bir potansiyel' olarak kalır. Cenab-ı Hak da, sırr-ı imtihan gereği, kızın maldan payını azaltır ama şefkatten hissesini arttırır: "Şu halde, o fıtraten nazik, nâzenin ve hilkaten zaife ve nahife kız, sureten az birşey kaybeder; fakat, ona bedel, akaribin şefkatinden, merhametinden tükenmez bir servet kazanır. Yoksa, rahmet-i Haktan ziyade ona merhamet edeceğiz diye, hakkından fazla ona hak vermek, ona merhamet değil, şedit bir zulümdür."

Bakınız, burası çok önemli, çünkü bugün İstanbul Sözleşmesi veya Kadem'in çalışmalarıyla yerinden oynatılan kaya tam da şurada duruyor. Gerçi kaya zaten modern hukukla epeyce yerinden oynadı. Şimdi biraz daha oynatılmaya çalışılıyor. Cinsiyet eşitliği dediğimiz mesele esasında tastamam parçaların adalet anlayışı. Daha doğrusu: Parçalardan birisinin diğerinin diliminden daha fazla tırtıklamak istemesi. Ha, eğer orada istediği hak, şer'î hukuka göre de hakkıysa, zaten alması lazım. Her müslüman bunu destekler. Fakat biz bugün bu tarz çalışmalarda ilmihalin kapağını açıp bakana rastlamıyoruz. Ya nereye bakılıyor? Batı'ya, yani cambaza, cambaza baktıkça arkamızdan bize yanaşıyorlar. "Bu meselede Allah'ın razı olduğu nedir?" diye soran yok. Varsa da sesleri Kabil çığlıkları içinde duyulmuyor. Kayboluyor. Siliniyor. Yapılan değişikler de kendi kökümüzden beslenmediği için ağacımızın ayarını bozuyor.

Halbuki İslam'ın belirlediği, aslında Allah'ın ezelden bakıp tayin ettiği, yani büyük resimde manzaranın güzelleşmesini sağlayan şey. Parçaların görüşüyle gözden düşebilecek birşey değil. Parçaların saygısızlığı esasında kendi aralarındaki gerilimi arttırıyor. Lût kıssasında hep dikkatimi çeker. Hikaye edeyim. Lût aleyhisselam "Misafirlerimin peşini bırakın da kızlarım hükmünde olan eşlerinize dönün!" dediğinde kapısına yığılmış LGBT sürüsü ona şöyle cevap verir: "Bizim senin kızlarınla işimiz yok!"

Bu tepki belki de daha geride kadınlar-erkekler arasındaki bir gerilimin ifadesidir. Bakınız, feminizm çalışmalarının arkasını biraz kolladığınızda, iş dönüp-dolaşıp 'kadının aslında erkeğe ihtiyaç duymadığına' en nihayetinde de 'biyolojik olarak da muhtaç olmadığına' varıyor. Yani feminik damarları kabaranlar gide gide şöyle kem bir çıkışa varıyorlar: Lezbiyenlik. Evet. Açıkça ifade etmek gerek bunu. Bu tartışmaların arttığı yerlerde paralel olarak eşcinselliğin de arttığını görmek bizi şaşırtmamalı. (Günümüz Hollywood yapımlarında dahi 'lezbiyenlik' ile 'kadın hakları' aynı senaryolar içinde işleniyor.) Zira orada bir gerilim sürekli tetikleniyor, besleniyor, harlanıyor. Taraflar pastadan alıncak paydaki belirsizlik nedeniyle birbirlerine karşı bileniyorlar, içleniyorlar, dişleniyorlar. Sonra da ya 'tek gecelik' ilişkilerle yahut 'sperm bankaları' marifetiyle veyahut da 'lezbiyenlik' seçimiyle sapkınlıklar inşa ediyorlar.

Serinin ilk yazısında atıf yaptığımız 5. Şua'ya geri dönelim: 'Ahirzamanda bir erkeğin kırk kadına nezaret edeceğini' haber veren hadis-i şerifleri tefsir ederken, Bediüzzaman, 'erkeklerin evlenmekten kaçınacağına da' atıfta bulunuyor. Yerinden okuyalım: "Rivayette var ki: Âhirzamanda bir erkek kırk kadına nezaret eder. Allahu a'lem bissavab, bunun iki te'vili var. Birisi: O zamanda meşru nikâh azalır veya Rusya'daki gibi kalkar. Bir tek kadına bağlanmaktan kaçıp başıboş kalan kırk bedbaht kadınlara çoban olur." Bu tefsir zinanın artacağından başka neyi haber veriyor sizce?

Bencesini söyleyeyim: Kadın-erkek arasındaki çatışmaların 'erkeği evlenmekten kaçındıracak kadar' artacağına da bir işaret var burada. Yani kadın haklarına dair yapılan müfrit çalışmaların varacağı yer 'daha mutlu kadınlar' değil 'daha çok terkedilen kadınlar.' Belki de 'kirletilen' kadınlar. Belki de 'aldatılan' kadınlar. Ahirzamandaki 'hürriyet-i nisvan' meselesi bunu tetikliyor. İlişkinin dengesini bozuyor. Dahası: Homoseksüelliğin de yine kadın-erkek arasında artan bu gerilimden besleneceği muhakkak. Evet. Lût kıssasında kavmin verdiği tepki çok öğretici bu noktada. Lût aleyhisselama kızıyorlar. Çünkü kadınlar konusunda nefretliler.

Ben Bediüzzaman'ın 5. Şua'da yaptığı ikinci tevili de bir 'gelecek öngörüsü' olarak kendimce şöyle tasavvur ediyorum: Bugün birçok kadın 'sperm bankaları' marifetiyle 'babasız çocuk' sahibi oluyor. Tıp şu an ne noktada bilemiyorum. Acaba çocuğun cinsiyeti seçilebiliyor mu? Eğer seçilebileceği bir noktaya gelirse, kadınlarda sürekli tetiklenen erkek düşmanlığının, gelecekte 'erkek çocuk doğurmama' noktasına evrilebileceğini, bunun da doğan kız çocuklarının sayısında bir artış yaşatabileceğini öngörebiliriz. "En doğrusunu Allah bilir!" kaydıyla ifade edelim.

Hasılı: Eğer dindar insanlar İslam'ın değişmez yasaları üzerinden kadın konusunda yapılan çalışmalara itirazlarda bulunuyorlarsa, bu itirazların, hele dindar bir hükümet tarafından görmezden gelinmesi doğru değildir. Dikkate alınmalıdır. Zira mutlaka bu küçük bozulmaların büyük resme zararı/zararları olur. Allah'ın şeriatına dokunan dolayısıyla fıtrata dokunur. Allah ayaklarımızı istikametten ayırmasın. Âmin.

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...