18 Şubat 2017 Cumartesi

Hayy ve Kayyum neden kardeştir? (2)

Hayy ve Kayyum ism-i şerifleri hakkındaki yazıma tetimme olması niyetiyle 'Halıkıyet mertebesi' ile 'Kayyumiyet mertebesi' dediğim şeyleri biraz izah etmeye karar verdim. Allah, bu zor meselede kalbimi, fikrimi ve kalemimi istikamet üzere eylesin. Öncelikle atıf yapmak istediğim bir animasyon var. Üst boyutta olmanın, alt boyutta yaşamaya kıyasla, nasıl birşeye karşılık gelebileceğini tasvir etmeye çalışıyor. (Linkini yazının altında bulabilirsiniz.) "Bilmek için ona dönüşmelisin!" mottosuyla meşhur bu videoda üç boyutlu bir canlının sadece iki boyuttan ibaret bir âlemi nasıl algılayacağı veya sadece iki boyuttan ibaret bir canlının üç boyutlu bir bilişe nasıl cahil olacağı (teori düzeyinde bile olsa) tasvir ediliyor. Bencileyin özetlersem:

Aşkın bir boyutta varolmak, alt boyutta yaşayanların 'bildikleriyle ulaşamayacakları bir şahit oluş düzeyini' ifade ediyor. Yahut da şöyle demeli belki: Aşkın boyuta duyulacak bir iman 'gayba iman' düzeyinde kalmak zorunda. Çünkü alt boyutta sahip ve şahit olunanlar üzerinden bir üst boyut görüşüne sahip ve şahit olabilmek mümkün değil. Alt boyut canlısının sahip olduğu sınırlar üst boyuttaki varlığın kavranmasını engelliyor. Çünkü bildiği/tanıdığı hiçbirşeye benzemiyor. Her neyse... Ne dediğimi anlamak için videoyu izlemeniz şart.

İşte, ben de, 'Halıkıyet mertebesi' kavrayışıyla 'Kayyumiyet mertebesi' kavrayışı arasında insanoğlunun 'yaratılışı ele alışında' boyut atladığını düşünüyorum. Kafamdan geçenleri aktarmak için şöyle bir çizim de yaptım. (Görüldüğü gibi cemaatsiznurcu hiçbir prodüksiyon masrafından kaçınmıyor.) Bu çizim eşliğinde eteğimdeki tefekkürleri dökeceğim.

Biz Allah'ı Halık ism-i şerifi penceresinden tefekkür ederken, onun 'her an yaratan' olduğunu çok da aklımıza getirmeyiz. Genelde 'başlangıç noktası olan bir yaratılış' ve yanısıra 'süregiden sebep-sonuç ilişkileri' aklımıza gelir. Nitekim 'büyük patlama (big bang) teorisi' gibi şeyler yaratılışın işte bu (çizimimde çember içine aldığım) sürecini anlamaya/anlatmaya çalışırlar. Varlık, böylesi teorilere göre, yatay düzlemdeki bir noktada başlamış ve altı yöne dağılmıştır. Bu dağılış birçok yöne olsa da, Kayyum ism-i şerifinin marifetiyle erişilen biliş düzeyine göre, eksik boyutludur. Allah'ın mahlukatıyla yaratış ilişkisi sadece bir başlangıç noktası düzeyinde değildir. Yani ilk hareketi başlatmış ve sonra herşeyi kendi haline bırakmış değildir. Ya nasıldır? Allah varlığı her an devam ettirmekte ve dolayısıyla aslında her an yaratmaktadır. (Bu da çizimimde yaratılışın düşey boyutuyla ifade etmeye çalıştığım şey.)

Madde, belki de, en özüne indiğinizde Hayy'dan gelip Hu'ya giden/akan enerji dalgalarından ibaret çıkacak. (Nitekim bunu dillendirenler var.) Zira madde diye tutunacak neyi bulsak (molekül, atom, atom altı parçacıklar vs.) birkaç yıl sonra onun da altında daha küçük yapıtaşlarının olduğunu öğreniyoruz. Parçalanmanın sonu gelmiyor. Bu durum bizi en nihayet şunu kabule zorlayacak: Varlığın üç boyutu kapalı durağan birşey değil. (Veya başka bir değişle üç boyutu kapalı bir kap içinde değil.) Akıyor. Daha aşkın bir boyutta varlık bir nehir olabilir. Ancak biz bu aşkın boyutun şahidi olamadığımızdan nehrin üstünde nehirle akan bir yaprak gibi kendimizi durağan hissediyoruz.

Biz, yaratılışın (çizimimde yatay düzlem diyerek bir derece anlamaya/anlatmaya çalıştığım) yatay boyutunu müşahade edebiliyoruz. Bir yıldız doğuyor. O yıldızın etrafında gezegenler oluşuyor. O gezegenlerin birinde hayat yaratılıyor. Sonra o insan denilen hayatlı canlı kendi sisteminin yıldızına güneş ismini koyuyor. Bizim gördüğümüz kısmı bu meselenin. Bu kadarına şahit olabiliyoruz. Bu yüzden de yüzeyde olan diğer işleri sebep-sonuç ilişkisiyle açıklamaya çalışıyoruz. "Mehmet beni itti. Ben Selim'e çarptım. Selim bardağını devirdi." Fakat ya yaratılış dediğimiz şeyin boyutları bu kadar değilse?

İşte, tevhide iman, Kayyumiyet ism-i şerifinin ifade ettiği zengin bakışaçısına ulaştığında, aslında her anın (bir derece anlayabilmek için çizimimdeki gibi aşağıdan veya isterseniz yukarıdan diyebileceğimiz) yeni yaratışlarla, yani herbir şey/an tek tek yaratılarak varolduğunu anlatıyor. Tıpkı perdeye vuran bir görüntü gibi. Böylece 'Halıkıyet mertebesi' diye tarif etmeye çalıştığım iki boyutlu bilişten 'Kayyumiyet mertebesi' dediğim üç boyutlu biliş mertebesine çıkmış oluyoruz. (Boyut sayısı aşkınlık anlatıyor sadece.) Sebep-sonuç ilişkisi aslında bizim körlüğümüzün delili. Teşbihte hata olmasın, kuklacıyı ve iplerini görmeyen gözler, kuklaların birbirlerini ittiğini-çektiğini sanıyorlar.

"Gayet vahşî bir adam, muhteşem bir kışla dairesine girer. Gayet muntazam bir ordunun umumî, beraber talimlerini, muntazam hareketlerini görür. Bir neferin hareketiyle bir tabur, bir alay, bir fırka kalkar, oturur, gider, bir ateş emriyle ateş ettiklerini müşahede eder. Onun kaba, vahşî aklı, bir kumandanın, devletin nizâmâtıyla ve kanun-u padişahî ile o kumandanın emrini, kumandasını anlamayıp inkâr ettiğinden, o askerlerin iplerle birbiriyle bağlı olduklarını tahayyül eder. O hayalî ip ne kadar harikalı bir ip olduğunu düşünür, hayrette kalır."

Peki, bu bilişi/farkedişi, en yüksek düzeyde ne sağlıyor? Onu da çizimimde 'Ehadiyet' yazdığım yerlerde ifade etmeye çalıştım. Parçalar, Hayy isminin tecellisiyle, kendilerinin bütünden ayrı bir özenle (kelimeler yetmediğinden, Rabb-i Rahim'in affına sığanarak, kullanmak mecburiyetinde kalıyorum) idare edildiklerini veya gözetildiklerini veya ihsanlara mazhar olduklarını farkettilerinde bu iki boyuttaki bilişin duvarları kırılıyor. Kayyumiyetin sırrı hissediliyor. Görülenden de ötede bir yaratılış olduğu ve herbirimizin birey birey, fert fert, parça parça, an an, şahitlik şahitlik o yaratışla muhatap olduğumuz farkediliyor. Varlığımızın zayıflığı ortaya çıkıyor.

Hz. Yunus (a.s.) kıssası üzerinden, mürşidimin, 'nur-u tevhid içinde sırr-ı ehadiyetin inkişafı' dediği şey de bu belki. Bireyin, sebep-sonuç ilişkilerinin çok çok ötesinde, fert olarak Allah'la bağını hissetmesi. Farkındalığıyla üçüncü bir boyuta çıkması. Bir sırr-ı Kayyumiyet inkişafıyla, her an süren varlığının, Rabbin her an var kılışına bağlı olduğunu anlaması. Halıkıyet mertebesinde bir bilişten Kayyumiyet mertebesinde bir bilişe yol bulması... Sözü fazla uzatarak kafanızı karıştırmaktan korkuyorum. Yoksa sırr-ı Kayyumiyetin kadere iman ile ilişkisine de değinecektim. Belki başka yazıda. Allah cümlemizi istikamet üzere eylesin.




Yazıda bahsi geçen animasyon için link: https://www.youtube.com/watch?v=i_5Gz1qIdcc

1 yorum:

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...