14 Ocak 2020 Salı

Dünya da bize artık bir parça ahiret gibi geliyor

Birşeyin ahiretine inanmamak bizi o şey hakkında daha kolay kandırılır hale getirir mi? Soru bu. Daha zoru ise şu: Birşeyin sahtesine inanmak onun gerçeğine karşı bizi duyarsız hale getirir mi? Hafızamızın ellerinde sıkıca tutalım lütfen. Çünkü üzerine konuşacağız. Bu sorular ilhamını En'am sûresinin 113. ayetinden alıyor. Kısa bir mealini alıntılayalım: "Onlar bunu, âhirete inanmayanların gönülleri o yaldızlı sözlere meyletsin, sonra ondan hoşlansınlar ve işlemekte oldukları kötülükleri işlemeye devam etsinler diye yaparlar." Fakat böyle yapınca yarım kaldı. 112. ayetin kısa bir mealini de ekleyelim: "Her peygambere insan ve cin şeytanlarını Biz böylece düşman ettik ki, bunlar, aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler ilham ederler. Eğer Rabbin dileseydi onlar bunu yapamazdı; onun için sen onları uydurduklarıyla başbaşa bırak."

Görüldüğü gibi ayet-i kerimeler bize kandırılmanın doğasında ahirete inanmamanın olduğunu söylüyor. Şeytanlar ahbaplarına yaldızlı sözler fısıldıyorlar. Doğru. Fakat tesirin asıl etkeni bu değil. Bizi bu demagojilerin/cerbezelerin etkisine açık hale getiren ahiretsizliğimiz. Dünyanın yaldızları bizi kandırıyor. Zira ahiretsiz düşünülünce o da bir tür güzelliğe benziyor. Daha doğrusu: Güzelliği 'yeterliye' benziyor. Öyle ya. Uzun zaman kullanılacağı düşünülmeden alınan eşyanın çıtıpıtısı kalbi iknaya yeter. Bıcır bıcırlığı gönle şenliktir. Ancak bir saniye!

Nasıl oluyor bu? İçimizde ahirete inanmayan var mı? (Bunu burada sormak zorundayım. Zira çikolatalı gofret reklamında olduğu gibi kalabalık içinde bağıramam.) Cevapları duyamasam da hep mü'min insanlarla konuştuğumu düşünüyorum. Üstelik Kur'an da kâfirlerden çok mü'minlere dersini tekrar ediyor. Evet. Tamam. Onları da hidayetine çağırmıyor değil. Evvelemirde bu dersler elbette o mahrumları davetle tanıştırmak için. Lakin bizim de hissemiz yok mu şunlardan? Yani bu nurlardan? En'am sûresinin 112-113. ayetleri bize ne öğretiyor peki?

Ben bu öğretinin inkârla değil amma unutmayla ilgili olduğunu düşünüyorum. Biz de kolay aldatılır oluyoruz. Ne zaman? Eylemlerimizin ahiretini unuttuğumuz zaman. Bir şuur olarak uhreviliği kafamızda gezdirmeyi bıraktığımız zaman. Ebedî resmin çağrısına/gösterdiğine kulaklarımızı kapadığımız zaman. Sonumuzu düşünmeyi bıraktığımız zaman. Bu ihmalleri yaptığımız zaman biz de kolay aldatılır oluyoruz. Evet. Bediüzzaman "Onlar dünya hayatını seve seve ahirete tercih ederler!" buyuran İbrahim sûresinin 3. ayetini tefsir sadedinde der ki:

"(...) âyetinin sırr-ı işarîsiyle, âhireti bildikleri ve iman ettikleri halde, dünyayı âhirete severek tercih etmek ve kırılacak şişeyi bâki bir elmasa bilerek rıza ve sevinçle tercih etmek ve âkıbeti görmeyen kör hissiyatın hükmüyle, hazır bir dirhem zehirli lezzeti, ileride bir batman sâfi lezzete tercih etmek, bu zamanın dehşetli bir marazı, bir musibetidir. O musibet sırrıyla hakikî mü'minler dahi bazan ehl-i dalâlete taraftar olmak gibi dehşetli hatâda bulunuyorlar."

Demek bu marazdan hiç de uzakta değiliz. Bakınız, yukarıdaki mealde 'şeytanların yaldızlı sözlerine kanmak'tan bahsedildi, aşağıda mürşidim de bize 'ehl-i dalâlete taraftar olmak'ı zikretti. Sanki birbirleriyle manaca bir ilgileri var. Ancak bu ilgiyi kavrayabilmek için biraz da ahiretin manasını konuşmak gerek. Ahiret bizce nedir? Bu zamanın bitiminde başlayan başka bir zaman mıdır? Yoksa bu zamanda yaşanan bir sonsuzluk mudur? Müslümanlar için ahiret tarifinin ben biraz daha ikincisine yakın olduğunu düşünüyorum. Biz sonsuzluğu bu zamanda yaşıyoruz. Aslında şükrederken bunu az-çok kestiriyoruz. Zaten kudsî metinlerde de sürekli bu konuda uyarılıyoruz. "Dünya ahiretin tarlasıdır!" diye dersimizi alıyoruz. Ancak yaşarken işin rengi değişiyor. Ahiret, ikinci bir şuura, bir lazımın lazımına, dönüşüyor. Ötede amellerin karşılığı olduğu hatırımıza geliyor. Fakat eylediklerimizin bizzat ahiret olduğunu çok da sezinleyemiyoruz.

Kafanızı daha fazla karıştırmaktan fazlasını yapmalıyım. 'Amellerin bizzat ahiret olması' bence onları ahiretleriyle birlikte yaşamakla ilgili birşey. Hani yine mürşidim, yukarıda zikrettiği derdin devasını, başka bir yerde şöyle izah eder: "Âkıbeti görmeyen, bir dirhem hazır lezzeti ileride bir batman lezzetlere tercih eden hissiyat-ı insaniye akıl ve fikre galebe ettiğinden, ehl-i sefaheti sefahetten kurtarmanın çare-i yegânesi, aynı lezzetinde elemi gösterip hissini mağlûp etmektir." Yani arkadaşlar, ne yapıp edip, ahireti fiilerin içine kadar indirebilmeliyiz. Eylemlerimizin yekününden bir ahiret çıkarmak yerine herbir eylemin bir ahireti olmalı.

Zaten ömrü bereketlendiren de budur. Ehl-i dünya bile 'büyük amaç' sahibi olmanın eylemi büyüttüğüne inanır. Bu kadarını kavramıştır. Mesela: Öğrenciyi okul hayatını haytalıkla geçirmekten alıkoyacak güzel bir meslek sahibi olma amacıdır. Niyetidir. Şuurudur. Bu onu gafletin tesirlerinden korur. Ahireti, ama seküler bir ahireti, eylemlerinin ufkuna yerleştirdiği zaman eylediklerinin ömrü uzar. Günübirlik şenlikleri yerine bir ömürlük meslekleri olur. Bu sahte bir ahirettir. Seküler bir ahirettir. Ancak belki bugün mü'minleri mağlup eden ahiret de budur. Dünyayı seve seve tercih ettiren şeytanların ahiret dilini konuşmaya başlamasıdır.

Bakınız: Bu sahte ahiret yokken bizim gerçek bir ahiretimiz vardı. Kariyer sahibi olmak gibi hedeflerin modern zamanlara kadar ufukları kaplamaması fıtratında 'bu kadarla yetinmemek' olan insanı bir ahiret hedefine teşvik ediyordu. Dünyanın boyu kısaydı. İnsan çabuk üzerine tırmanıp ahirete uzanıyordu. Fakat şimdi iş değişti. Ahirzaman şeytanları baldan önce bunun sahtesini keşfettiler. Bizi uzun eğitim/çalışma yılları sonunda ulaşılabilecek 'kariyer putları'na maruz kıldılar. Artık yeni bir ahiret kovalıyoruz. Eylemlerimizi ona göre yapıyoruz. Ancak o ahiret sahici bir ahiret değil. Şeytanlar bizi ahirete karşı sahte bir ahiretle kandırıyorlar. İşte bu yüzden dünya hayatını seve seve tercih ediyoruz. Çünkü dünya da bize artık bir parça ahiret gibi geliyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...