İstanbul'da Bir Merhamet Haftası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İstanbul'da Bir Merhamet Haftası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Eylül 2017 Çarşamba

Ahmed 'başka kitapları' neden okur?

En'am sûresinin 68. ayetinde, kısa bir meal olarak, "Âyetlerimiz hakkında dedikoduya dalanları gördüğün vakit başka bir söze dalıncaya kadar onlardan yüz çevir, uzaklaş. Şayet şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra (kalk), o zalimler grubu ile beraber oturma!" buyruluyor. Yine Tirmizî ve İbn Mace'de geçen bir hadiste de "Bir kötülük gördüğünüz zaman elinizle, gücünüz yetmezse dilinizle, ona da gücünüz yetmezse kalben buğz ediniz!" emrediliyor. Mürşidim de bir yerde II. Cihan Harbi'yle zihnen fazla meşgul olmanın şöyle bir sakıncası olabileceğine dikkat çekiyor: "Ve bazen bu harp boğuşmalarını merakla takip eden, bir tarafa kalben taraftar olur. Onun zulümlerini hoş görür, zulmüne şerik olur." Belki size tuhaf gelecek ama, ben, nicedir bu üç mübarek kelam arasında bir ilgi seziyordum. Fakat teşhis edemiyordum.

Yakınlarda bu bağı, hiç hesap etmeyeceğim bir yerden, Murat Gülsoy'un İstanbul'da Bir Merhamet Haftası isimli deneysel çalışmasından, öğrendim. Elbette o kitabın hiçbir yerinde bu metinler alıntılanıp "İşte onların arasındaki bağ şudur!" denmiyor. Böyle bir izah yok. Fakat, bir yerinde 'kötülüğün görünürlüğü' hakkında öyle şeyler söyleniyor ki, sanki 'sezgim' eksik parçasını onunla buluyor ve bir tür 'hakikate' dönüşüyor. Orası da şurasıdır:

"İzlemek, müdahale etmeden izlemek, bakmak, görmek, dolaylı bir onaylama mekanizmasından başka birşey değil. Modernlik sonrası dünyanın medyayı kullanma biçimi tam da bu ikili işleve dayanmakta. Kötülük gizlendiği ölçüde kaynağına zarar verebilir. Onaylanmamış kötülük sadece sahibine aittir. Kötülük sahibi olmak başlangıçta iktidarla mümkündür ancak sürdürülmeye muhtaç bir iktidardır bu. Sonsuza genişlemekten başka stratejisi olamaz kötülüğün. Dolayısıyla, yırtıcı, iktidarını bir biçimde seyirlik hale getirmek zorundadır. Bir kez seyirlik hale gelen iktidar izleyicisinin onayını alır.

Onaylamak gönüllü yapılan bir eylem değildir. İzleyicinin, güçsüzlüğünü ve etkisizliğini kavradığı anda yaşadığı psikolojik bir dönüşümdür. Bu süreç kötünün güçlüye ve haklıya dönüştürülmesi ile tamamlanır. Onaylamamanın tek yolu 'karşı kuvvet oluşturmak'tır. İzleyici bunu yapacak erke sahip olmadığını anladığı anda kötülüğü onaylamanın anaforuna kapılmak üzere olduğunu hisseder. Psikolojik bütünlüğü korumak için bu durumla başaçıkacak bir strateji/bir açıklama bulmak zorunda kalır. Yırtıcının iktidarı bu şekilde haklı bir duruma dönüşür izleyicinin zihninde. Bir başka değişle, onay önce gelir, ardından açıklama. Bu izlemenin işlevidir.
"

Bu ifadeler eşliğinde, bencileyin, farkettiğim şu: Birşey varolduğu andan itibaren iki güdüyle/arzuyla/taleple birlikte varoluyor. 1) Bir kere varolan her kere varolmak istiyor. Yani devam istiyor. Sonsuzluk istiyor. Beka istiyor. (Varoluş öyle büyük bir nimettir ki varolan aksini tasavvur edemez.) 2) Bir kere varolan her yerde varolmak istiyor. Yani yayılmak istiyor. İşgal etmek istiyor. Kabullenilmek istiyor. (Varolan, kendinde öyle meziyetler görür ve onları öyle beğenir ki, her yerde aynı meziyetlerin takdir edildiğini görmek ister.) Bu iki güdü, arzu veya talep ile vücuda geliyor herşey. Masivadan her ne varolsa bu iki şeyi arzulayarak varoluyor ve elde ettikçe de devam ediyor. Bu noktada diyebiliriz ki: İyiliğin varoluşu, onun bu iki talebinin tatminiyle ilgili olduğu gibi, kötülüğün eksiltilmesi de yine bu iki talebinin karşılıksız bırakılmasıyla ilgilidir.

Yani: Biz bir kötülüğe, hadiste ifade buyrulduğu gibi, karşı koyduğumuz zaman öncelikle 'yayılma arzusuna' bir bıçak vurmuş oluyoruz. "Sen bende yayılamazsın. Bana yayılamazsın. Benimle yayılamazsın!" demiş oluyoruz. İkinci olarak da bu tebliğin etkisiyle kötülük 'yanlış olduğunu' işitmiş oluyor. Birşeye yanlış olduğunu söylemek ona 'devam edici olmadığını' söylemiş olmaktır. Zira yanlış olan arızîdir. Olagelemez. Devam edemez. Kökü kesiktir. Fıtrata aykırıdır.

Birşeyin yanlışlığı ifade edildiğinde aslında söylenen o şeyin 'akışa uygun olmadığı'dır. Bu akışa ister hikmet diyelim, ister uyum, ister fıtrat, ister büyük resim, ister kader, en nihayet dilegelen o parçanın içinde yeraldığı sistemle uyumsuzluğudur. Bu yapıldığı zaman kötülüğün varlığına karşı adım atılmış olur.

Peki ya kötülüğe karşı çıkamayacak kadar güçsüz/etkisiz bir konumdaysak? O zaman ne yapmalıyız? İşgaline nasıl karşı koymalıyız? İşte, bu durumda da, en başta alıntıladığım ayet-i kerimeyi ve Bediüzzaman'ın (kanaatimce) bu ayetin bir tefsiri olduğunu düşündüğüm altındaki cümlelerini hatırlamalıyız. Bir de Murat Gülsoy'un şu cümlesini: "Onaylanmamış kötülük sadece sahibine aittir." Acze düştüğümüz yerde kötülüğe karşı koyuşumuz 'buğz' iledir. Daha ilerisinde ise bizdeki işgaline karşı koymamız 'ilgisizlikle' olur.

Kötülük, kendisiyle ilgilenenleri ancak, kendisinden haberdar eder. Etkiler. Buğzedemeyecek kadar zayıfları ise bu ilgi sayesinde işgal eder. İlgilenegeldiğiniz bir kötülük galipken mağlup bir hakikatin yanında yeralmak her babayiğidin harcı değildir. Galibiyetin bir cazibesi vardır. Genel-geçer olmanın bir dayatması vardır. Gücün bir ilüzyonu vardır. Bu cazibe, dayatma ve ilüzyonların etkisi altında kalmamak 'onların etki alanı dışında kalmak'la mümkün olur. İşte, bu zeminde biz, ayet-i kerimede bize emredilen şeyi hatırlarız: "Âyetlerimiz hakkında dedikoduya dalanları gördüğün vakit başka bir söze dalıncaya kadar onlardan yüz çevir, uzaklaş. Şayet şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra (kalk), o zalimler grubu ile beraber oturma!"

Evet. Söyleyeceklerim özetle bu kadar. Ben şimdi ne yaptım? Murat Gülsoy'un zâhiren ayetle, hadisle, Risale-i Nur'la hiçbir ilgisi olmayan birkaç paragrafını onları anlamak için kullandım. Bediüzzaman'ın 'bahtiyar doktor' dediği talebesine tavsiye ettiği gibi 'kafamdaki odunları yaktım' ve Furkan sûresindeki "Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir!" sırrına sığınarak farklı okumalarım içinden bir ateş çıkardım. (İsteyen elini ısıtır.) Daha doğrusu; öğrendiğim felsefeyi, Ene Risalesi'nde emredildiği gibi, nübüvvetin hizmetine vermeyi denedim. Bunu siz de deneyin. Korkmayın. Muvaffakiyet ise Allah'tandır.

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...