İttihad-ı İslam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İttihad-ı İslam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Ocak 2020 Cumartesi

Bediüzzaman 'Muhammed Abduh'un takipçisi midir?

Bediüzzaman'ın Muhammed Abduh'a 'takipçisi' gibi yamanmasına karşıyım. Hep de karşı olacağım. Çünkü Abduh'un birçok modernist görüşe sahip olduğunu biliyorum. Bediüzzaman'ı ona yamalamak aynı zamanda bid'a görüşlerine de yamalamak anlamına geleceğinden teberri ediyorum. Risale-i Nur'u 18 yıldır okumaktayım. Hiçbir yerinde böyle bir eğilime rastlamadım. Bilakis, ehl-i sünnet içinde konumlanmak hususundaki hassasiyetlerini gördüm, öptüm başıma koydum. Kim bu noktada şüpheye düşerse 'ehl-i sünnet' ıstılahını külliyatta aratabilir. Sonrasında inadından başka hiçbirşey ona "Bediüzzaman ehl-i sünneti sahiplenmiyor!" dedirtmez zannederim.

Ama işte hepimiz karşı koyamadığımız konjonktürler üzerinden birşeyleri bükmeye çalışıyoruz. Bükük birşey bulamadığımızda da iş ikincil metinlere kalıyor. Mesela: Müellif bir yerde Abduh için 'selefim' mi demiştir? "Evreka!" Yani: "Bulduk!" Demek ki Bediüzzaman bir Abduh takipçisidir. Duruşunun eserleri içinde bulamadığımız, bulsak da arzumuzun sûretine yakıştıramadığımız, tarafları pekala Abduh'unkinden çıkarılabilir. Tabir-i diğerle: Bediüzzaman Abduh'a yamanabilir. Gelenekleri mensuplarını da açıklar çünkü.

Görüyorsunuz ya. Geleneksiz olmuyor. Kişioğlunun sırf kendi metinleri/hayatı duruşunu ortaya koymaya yetmiyor. Bu yüzden dönüp gelip bizi bulan soru hep aynı oluyor: Bediüzzaman'ı hangi gelenek içinde konumlandıracağız? Köksüzlükte tatmin edicilik yok. Tehlikesi de bariz. İnsanlar huylanıyor. O halde bir yerlerle bağlamak lazım. Sünnilik? Yapma canım. Oraya bağladığın anda herşey cevabını buluyor zaten. Yeni birşey söyleyemezsin. Söyletemezsin. Daha doğrusu: Bükmek istediğin açıya bükemezsin. En çok bundan kaçınmalısın. Bunu sakın unutma.

O zaman ne yapmak gerekir? Düşünelim, düşünelim, düşünelim. Ha! Tamam! Eserlerinde kendisini bağladığı isimlere baksak? Bilmem kaç defa 'İmam-ı Rabbanî' diyor. Geç onu. Bilmem kaç defa 'İmam-ı Gazalî' diyor. Geç onu. Ha, işte, Divan-ı Harb-i Örfî'de diyor mesela: "Sultan Selim'e biat etmişim. Onun ittihad-ı İslâm'daki fikrini kabul ettim. Zira, o vilâyât-ı şarkiyeyi ikaz etti. Onlar da ona bîat ettiler. Şimdiki şarklılar o zamanki şarklılardır. Bu meselede seleflerim; Şeyh Cemaleddin-i Efganî, allâmelerden Mısır müftüsü merhum Muhammed Abduh, müfrit âlimlerden Ali Suavi, Hoca Tahsin ve ittihad-ı İslâmı hedef tutan Namık Kemal ve Sultan Selim'dir..." Sultan Selim olmaz. Şeyh Cemaleddin-i Efganî olabilir. Muhammed Abduh olabilir. Ali Suavi'ye 'müfrit âlim' diyor. O da olmaz. Namık Kemal zaten âlim değil. Selef sayılamaz.

Arkadaşlar, bence, Bediüzzaman'a Cemaleddin-i Efganî'yi veya Muhammed Abduh'u selef kılanların başka hiçbir delili yok. Bediüzzaman, ne onların eserlerinden alıntı yapıyor, ne duruşlarını duruşlarıyla bağlıyor, ne de başka amaçlarla isimlerini/fikirlerini nazara veriyor. Yok, yok, yok oğlu yok. Nurcular mabeyninde şu iki ismi Bediüzzaman'a pîr ittihat edenlerin bütün delillerinin toplamı burasıdır. Yahut buna benzer söylediği flû bir-iki anekdottur. Geri kalan taşlar fikir sûretinde arzularla döşenmiştir. Aksini bana, değil yorumları üzerinden, bizzat Risale-i Nur üzerinden isbat edebilecek varsa tartışmaya hazırım. Yalnız şu kadarını elbette kabul ediyorum: Bediüzzaman, yukarıda da belirttiği gibi, İttihad-ı İslam hususunda bu kişilerin söylemlerinden etkilenmiştir. Dikkatinizi çekerim: Başka hiçbir hususta etkilendiğini belirtir bir delil yoktur. Söylemi de yoktur. Bundan gayrısı ikincil yorumlarla kurulan 'üflesen söner' argümanlardır.

İttihad-ı İslam hakkında bu kişilerin söylediklerindeyse ehl-i sünnet bir âlimi rahatsız edecek hiçbirşey yoktur. Ümmetin birliği zaten ehl-i sünnetin de bir meselesidir. Geçtiğimiz perşembe ortaya çıkan bir konu değildir ki bu! "Mü'minler ancak kardeştirler!" ferman-ı Kur'anîsinin varlığından beri, biz 'İttihad-ı İslam'a iman eder, olmasını da arzu ederiz. Bir zamana kadar bu fiilen başarılmıştır da. Ondan sonra da Yavuz Sultan Selim'in çabaları anılmaya değer. Zira, Bediüzzaman'ın da zikrettiği şekilde, o da bu davanın ikamesine çalışmıştır.

Hem bir de bakalım: Bediüzzaman acaba her hususta Muhammed Abduh'u destekliyor mu? Mesela: İşaratü'l-İ'caz'da bir bölüm var. Bakara sûresinin 25. ayetinin tefsiri sadedinde diyor ki mürşidim: "Mısır Müftüsü Şeyh Muhammed Abduh'un telâkkisine göre: 'İyi şeyler' mânâsında olan 'salihât' kelimesi, beynennâs meşhur ve malûm olduğundan, mutlak bırakılmıştır. Ben de diyorum ki: Sûrenin başına itimaden burada müphem bırakılmıştır. Çünkü, sûre başında zikredilen '(Onlar) gayba iman ederler, namazı kılarlar, kendilerine verdiklerimizden hayra harcarlar...' âyeti buradaki 'salihât'ın beyanıdır."

Yani ne görülüyor buradan? Bediüzzaman bir yerde "İttihad-ı İslam'da selefim!" dedi diye "Her dediğine katılıyorum!" demek istemiyor. Hatta şuradaki tefsiriyle çok temel bir ayrıma işaret ediyor: 'Salihât' kelimesini yalnız 'iyi şeyler' diye anlayıp içini 'insanlığın ortak değerleri' gibi ucu nereye gider bilinmez dolgularla dolduramazsınız. Kur'an'da 'salihât' denilmekle ne kastedildiğini yine bize Kur'an söyler. İslam'ın salihâtı İslam'ın tarif ettiği gibidir/kadardır.

Bu duruş Bediüzzaman'ın İslamiyeti 'insaniyet-i kübra' ile tarif edişinde de görünür. Evet. Biz insana 'liberaller' veya 'panteistler' gibi inanmayız. Yani insaniyeti 'İslamiyet-i kübra' gibi görmeyiz. "Önemli olan insan olmak. Neye inandığının ne önemi var? İstediğine tapsın/yapsın canım!" demeyiz. Çünkü hiyerarşiye böyle inanmayız. Hiyerarşide İslam insandan üstündür. Mü'min kâfirden üstündür.  "İnanıyorsanız üstünsünüz!" buyurur Kur'an bize. Dinin/vahyin hikmeti budur. Elhamdülillah.

Evet. Abduh ekolünün bu husustaki arızalarından dolayıdır ki, modernizm, öğretilerinden yol bularak takipçilerinde yaralar vücuda getirmiştir. Bu konuda malumat sahibi olmak isteyenler Ahmed Davudoğlu Hoca merhumun Din Tahripçileri isimli eserine bakmalıdırlar.

Hasılı: Arkadaşlar, Bediüzzaman'ı yakaladığımıza yamamayalım, bu yanlıştır. O en çok ehl-i sünnete yakışır. Kürdistan medreselerinin eğitimi bellidir. Ekolleri bellidir. Eğer Risale-i Nur'da bulamadığınız bir duruş varsa, ki olabilir elbette, bu boşlukları dolduracağınız yer ehl-i sünnet ve'l-cemaat mirasıdır. İçinde de Eş'arî-Şafiî ekolüdür. Onun içinde de mürşidi olarak andığı isimlerdir. "Ahmed'in yine ehl-i sünnet damarı tuttu!" diyorsunuz belki ama söylemekten dur olmuyorum/olmayacağım: Bediüzzaman'ın söyledikleri giderek flûlaşıyor. Herkes bir tarafa çekiyor. Her anlama gelen hiçbir anlama gelmez. İyilik yapmıyoruz ona/yoluna. Hakikatin hakikat kalabilmesi çerçeveyle mümkündür. Bediüzzaman'ın da çerçevesi ehl-i sünnet ve'l-cemaattir. Münazaunfîh bulduğunuzu sahibü'l-yed olana bırakın. Yakın olana bırakın. Yoksa zarar vereceksiniz.

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...