Mihenk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mihenk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Ekim 2022 Cumartesi

Sünnetin de 'müteşabihatı' olur mu?

Bediüzzaman'ın Minhacü's-Sünne'si üç ayetle başlıyor. İlk ikisinin kısacık bir meali şöyledir: "(128:) Size, içinizden öyle bir peygamber geldi ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona pek ağır gelir. O size çok düşkün, mü'minlere çok şefkatli, çok merhametlidir. (129:) Ey Peygamber, eğer senden yüz çevirecek olurlarsa, de ki: Allah bana yeter. Ondan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben Ona tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi de Odur." 4. Lem'a'ya Tevbe sûresinden misafir edilen bu inciler, mürşidim için, sünnete bakarken kalpten çıkarılmaması gereken mihenkler mesabesindedirler. Zira, Aleyhissalatuvesselam Efendimizin sözlerini-tavırlarını doğru şekilde anlamak, iki şeyi birden hatırda tutmakla olur: 1) Ümmetine olan 'iştiyakı'nı. 2) Ümmetine karşı 'istiğnası'nı. Evet. Bu ikisini kalbinin terazisine yerleştirenler ancak Onun amellerini doğru tartarlar. Koymayanlarsa hataya müsaittirler.

Eserinin başında yer verdiği üçüncü ayetse ilk iki ayeti daha iyi anlamamız için seçtiği konuyu gösterir: "De ki: Vazifem karşılığında sizden bir ücret istemiyorum. Sizden istediğim ancak akrabaya sevgi ve Ehl-i Beytime muhabbettir." Malumunuz üzere, Şûra sûresinin bu ayeti, Ehl-i Sünnet ile Şiiler arasında temel bir farklılığın kaynağı olmuştur. Ehl-i Sünnet 'Ehl-i Beyt' kavramlaştırmasını 'liyakat' zemininde kavrar. Şiilerse Ehl-i Beyti 'kanbağı' noktasında açıklamaya mutaassıbdırlar. Yani ki: Sünniler nazarında 'sünnete hakkıyla ittiba edenler' de veraset-i nübüvvetten hisse sahibidirler. Şialar içinse 'neseb bağı' dışında veraset hakkı yoktur. Bu nedenle iki ekolün imamet meselesine yaklaşımı başkadır. İstikametse, her zaman olduğu gibi, sünnilerin tarafındadır. Allah bizi onların dairesinden ayırmasın.

İşte, tam burada Bediüzzaman, Tevbe sûresinden aldığı mihenkleri kullanmaya başlar: 1) Peygamber aleyhissalatuvesselamın hiçbir ameli 'ümmetinin bütününe gösterdiği iştiyak' hesaba katılmadan ele alınmamalıdır. 2) Yine Peygamber aleyhissalatuvesselamın hiçbir ameli 'beşeriyet noktasında ümmetine karşı sahip olduğu istiğna' hesaba katılmadan değerlendirilmemelidir. Öyleyse, mesela, 'ümmetinin hadsiz salâvatına hadsiz ihtiyaç göstermesi' nefsine dair bir talepten değildir. (O noktada istiğnası vardır.) Ya? Ümmetine daha çok şefkat edebilmek için arzuladığı destektir. Çünkü aldığı salavatlarla makamı yükselir. Yükselen makamıyla daha çoğumuza şefaat eder. Hem de salat u selam sayesinde ümmetin nübüvvetle dinamik ilişkisi korunur. Mü'minler Efendilerine dua ettikçe bereket bulurlar. Zira Ona edilen dua da bir vesile-i rahmettir. Ki Zât-ı Mübareki de âlemlere rahmettir. Yani getirilen savalatlarla menfaat ve saadet bulan, inşaallah, salavatı getirenlerin ta kendileridir.

 "Hazret-i Hasan'ın (r.a.) başını öpmesinden Şah-ı Geylânî'nin hisse-i azîmesi var..." diye bitirdiği 2. Nükte'de büyük bir uyanış yaşarsınız. Demek, Aleyhissalatuvesselam Efendimiz, torunlarını dahi 'sırf torunları oldukları için' sevmemektedir. Hayır. Onun her türlü fiilinde/sözünde makam-ı nübüvvetin geniş okuyuşu vardır. Evet. O, Ehl-i Beytten geleceklerin gelecekte sünnetin himayesinde göreceği mühim hizmeti görmüş, onları temsilen Hz. Hasan ve Hüseyin efendilerimizin başlarını öpmüştür. Yani bu yoğun sevgi 'dünyevî bir akraba sevgisi' değildir. Arkasında ümmetin bütününü kapsayan bir anlam vardır. Hepsini kollayan bir uhrevî menfaat vardır. Hem zaten Hâtemü'l-Enbiya aleyhissalatuvesselam  sırf bir karabet-i nesliye saikiyle, yakınlarına kıyak olsun diye, böyle birşey arzulayacak değildir. Onun eteği böylesi çamurlardan da münezzehtir. Nübüvvetin istiğnası böyle ücretlere talip olmaktan beridir. Peygamberler ecirlerini, Kur'an'da buyrulduğu gibi, yalnız Allah'tan isterler. Kullara minnet etmezler.

"Bu hakikati teyid eden mükerrer rivayetlerde ferman etmiş: 'Size iki şey bırakıyorum; onlara temessük etseniz necat bulursunuz: biri Kitabullah, biri Âl-i Beytim.' Çünkü Sünnet-i Seniyyenin menbaı ve muhafızı ve her cihetle iltizam etmesiyle mükellef olan Âl-i Beyttir. İşte bu sırra binaendir ki, Kitap ve Sünnete ittibâ ünvanıyla, bu hakikat-i hadîsiye bildirilmiştir. Demek Âl-i Beytten, vazife-i risaletçe muradı, Sünnet-i Seniyyesidir. Sünnet-i Seniyyeye ittibâı terk eden, hakikî Âl-i Beytten olmadığı gibi, Âl-i Beyte hakiki dost da olamaz."

4. Lem'a'dan aldığımız bu mihenkleri, artık, Efendimiz aleyhissalatuvesselamın hayatında 'müteşabih gibi görünen' her detaya karşı istimal edebiliriz. Özellikle de Oryantalistlerin (ve onların yerli mukallidlerinin) çoklukla dillerine doladıkları mevzulara karşı... Mesela? Mesela: Efendimizin eşlerinin çokluğu meselesi. Mesela: Zeyneb radyallahu anha annemizle izdivacı meselesi. Mesela... Neyse. Uzatmayayım. Sayısını çoğaltabiliriz. Fakat hepsinin cevabı aynıdır. Yani aynı zeminden verilir. Böylesi hiçbir meselede Aleyhissalatuvesselam Efendimizin sözü-tavrı 'nefsini önceleyen' bir tutumdan kaynaklanmamıştır. Onun her amel edişinde ümmeti için gözetilmiş faydalar vardır. Oryantalistlerin geviş getirdikleri "İnsanî zaafları onu böyle şeylere itmiştir!" tarzı okumalar tastamam iftiradır. Yazıktır. Rezilliktir. Kur'an'da haber verilen istiğnasına da aykırı düşer. Onun bizden gelecek hiçbir menfaate ihtiyacı yoktur. Aksine bizim sıkıntıya düşmemek için sünnetine ihtiyacımız vardır. Eğer hâlâ hikmetini kavrayamadıklarımız mevcutsa, zihnimizdeki bulanıklık, şüphe yok ki cahilliğimizdendir. Hüda'dan açılmasını dileyebiliriz. Yoksa sünnetine iftira edip şefkatini zedelememeliyiz. Terbiyesizlik etmemeliyiz. Onun sünneti de hep şefkatindendir. Şefkati de hep sünnettindedir. Sünneti yitiren şefkate liyakatini kaybeder. Öyle olmaktan Allah'a sığınalım arkadaşım. Dünyada bundan büyük bedbahtlık yoktur.


8 Eylül 2022 Perşembe

Musa (a.s.) gidince hem Firavun hem İsrailoğulları kazandı

Arkadaşım, geçenlerde Musa aleyhisselamın kıssasını düşündüm, özellikle de bir bölümünü. Hani İsrailoğulları, Hak Teala canibinden kendilerine bahşedilen, kudret helvasından usanırlar da 'soğan' isterler. Bıldırcın etinden bıkarlar da 'sarımsak' talep ederler. Hatırladın değil mi? Evet. İşte orası. Tamam. "Bu bize ne anlatıyor ki?" diye dualandım üzerine. Suallenmek dualanmaktır. Zira mürşidimden öğrenmiştim: Kur'an'ı karşımızda mürşid olarak bulmak 'anlatılanın hikâyemiz olduğunu farketmeye' bağlıdır. Ne kadar alınganlığımızı arttırırsak o kadar hisse alırız. Bu titizlenme birnevi taleptir. Önü imanlı bir ümittir. Arkası mütevekkil beklentidir. Rahman'ın kapısına avuç avuç açılmaktır. Oraya dilenenler boş döndürülmezler. Avucunu yalayan yumandır ancak.

Ben deli miyim? Yummadım. Yummak kibir alametidir. Ve Cenab-ı Hakka karşı mahlukunun kibirlenmeye hakkı yoktur. Çünkü hiçbirşeyinde Ondan büyük değildir. Daha iyisini bilemez. Daha doğrusunu seçemez. Daha kuşatıcı değildir. Halbuki İsrailoğulları bu sırra uyanamadılar arkadaşım. Bugün bile onların siyasetine, akidesine ve hatta psikolojisine baksan bir 'seçilmişlik sanrısı' içinde olduklarını görürsün. Herkes bir yana onlar bir yanadır sanki. Diğerleri (yani bizler) hizmet etmek için vardır. Kendileri bambaşka üstün yaratılmışlardır. Menfaatleri gerektirirse ötekilere herşeyi eyleyebilirler. Dünyanın altını üstüne getirebilirler. Sanrıları zorlar buna onları. Zira âlemin akışı arzuları yönünde değildir. Rabbü'l-âlemîn bozuk hendeselerini hilkat nizamına mihenk tutmamıştır.

Allah'ın nizamının üstüne nizamlarını kurmak isterler. Hiç kaya denizin üstünde durur mu? İnsanoğlunun modern (me)deniyetiyle fıtrata açtığı savaş da böyledir. Ve artık küremiz inadımızdan illallah demiştir. Hem sıkılmış hem yıkılmıştır. Yani diyorum ki arkadaşım: Küresel çapta yaşadığımız her arıza gayrı mızrağın çuvala sığmamasındandır. Hatta yırtmasındandır. Denizimiz kayalarımızın çokluğundan boğulmuştur. Taşmamaya sabrı kalmamıştır. Öyledir. Hakkın düzenine meydan okuyanın düzeni yıkılmaya mahkumdur. Soğan-sarımsak ısrarların cezası da kudret helvasıyla bıldırcın etinden mahrum kalmaktır. Dizlerini dövmenin de sonradan faydası olmaz.

Ahirzaman yahudiliğin şöyle-böyle insanlığa hâkim olduğunu gösteriyor. Musa aleyhisselam gitti. Asâsı kırıldı. Sihirbazlar tekrar ortaya çıktı. Teknoloji neleri neleri gerçek gibi gösteriyor. Fakat ne garip. Hem Firavun hem İsrailoğulları kazandı. Bahşedilene razı olmak gönüllere yük artık. Yaratılışın sınırları içinde nasiblenmek zaman kaybı. İstikametli caddeyi terketmek hüner sayılıyor. Herkes farklı olmak istiyor. Herkes farklı olanı istiyor. Seçilmişlik sanrısı bireylere kadar indi. (Ajdar'ı dahi sesinin kötü olduğuna inandıramıyorsun.) Önceye dair neyi terketsen bir adım ileridesin. Hikmetli miymiş? Fıtrî miymiş? Güzel miymiş? Daha doğrusu muymuş? Uyumlu muymuş? Zararsız mıymış? Farz mıymış? Sünnet miymiş? Kimin umurunda! Farklı olmadıktan sonra ballar balının da bir anlamı yok. Önce öncekileri terkedeceksin. Dünyevî (me)deniyet ticaretini 'başkalık' üzerine kurdu bir kere. 

O şeytaniyetinde haklı. Aynılığa razı olanları yarıştıramaz. Kanaat onu büyüten ateşi söndürüyor. Kapitalizm hepimizden 'birer yahudi olmamızı' istiyor. Kudret helvasını bırakın. Bıldırcın etini terkedin. Bakın iphone'nun yeni modeli çıkmış. Soğan da olsa farklı olmayı isteyin. Sarımsak da olsa farklı olmaya yönelin. İçinizdeki 'seçilmişlik sanrısı' bundan başkasıyla hayatta kalamaz. Sünnetle farzla işiniz olmaz sizin. Cemaat, millet, ümmet, tarih eskide kalmış kelimeler. Hepiciğini boşverin. Allah insanlığı iki cins olarak mı yaratmış! Yetinmeyin efendim. Kendiniz başka cinsiyetler üretin. Peki sonuçta ne göreceksiniz? Kıssa buna dair de önemli şeyler söylüyor. Fakat oraya kadar gitmeye gerek yok. Biraz daha yaşarsak kıyametin koptuğunu bizzat göreceğiz belki.


Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...