cazibe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
cazibe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Ekim 2016 Çarşamba

Vicdan ahireti nereden biliyor?

Bu yazı, inşaallah, hoş bir farkındalığa dair olacak. Nereden başlayalım? En kolay yerden. En kolay yer, talebe için, mürşidinin sözüdür. Mürşidim bir yerde diyor ki: "İnsanın fıtrat-ı zîşuuru olan vicdanı, saadet-i ebediyeye bakar, gösterir. Evet, kim kendi uyanık vicdanını dinlerse, 'Ebed, ebed!' sesini işitecektir. Bütün kâinat o vicdana verilse, ebede karşı olan ihtiyacının yerini dolduramaz. Demek o vicdan, o ebed için mahlûktur. Demek, bu vicdanî olan incizap ve cezbe, bir gaye-i hakikiyenin ve bir hakikat-i cazibedârın yalnız cezbiyle olabilir..."

Bu metni hatırınızda tutun. Yazının ilerleyen kısımlarında lazım olacak. Vicdanın ahirete delil oluşu bir süredir dünyamı kurcalayan birşey. Şu şekliyle biraz anlayabiliyorum: İnsanın içinde bir yer sonsuza kadar varolmak istiyor. Ve bu arzu da içimize bırakılmış bir açlık olarak kendi rızkının delili oluyor. Buraya kadar tamam. Ama doymuyorum. 'Daha'sının olduğunu seziyorum. Hepsi bundan ibaretmiş gibi gelmiyor bana. En azından mezkûr metin öyle olmadığını düşündürüyor. O halde izlerimi takip edin. Belki güzel bir yere çıkacağız.

Farkındalığımca 'vicdan'ı ve 'nefs'i şöyle ayırabiliyorum ben: Nefis, kısavadede/hemen kazandıranları farketmemizi sağlayan ve arzulatan şey. Vicdan ise uzunvadede/daha sonra faydamıza olanı sezer ve arzulatır. Bu iki arzulayış şekliyle imtihan oluruz. Neden ikili sistem? Varlığımızı devam ettirebilmek için ikisine de ihtiyacımız var çünkü. Çünkü insan hem beden hem ruhtur. Hem madde hem manadır. Hem dokunuş hem duyuştur. Hem akıl hem kalptir. Hem algı hem yorumdur. Sadece birisi değildir.

Maddî menfaatlerimiz için nefis zaruretimizdir. O olmadığında onlara boşveririz. (İştahı kesilen bala aldırmaz.) Hem nefis olmadan manevî elemlerden de kurtulamayız. Tek bir hüzün damlası yüzümüzü hayata küstürebilir. Böylesi durumlarda nefis kendi arzulayış biçimiyle bizi yeniden hayata bağlar. En büyük acıların ardından dahi bir süre sonra karnımız acıkır. Canımız çeker. Yüzümüz güler. İyi ki de acıkır, çeker ve güler. Yoksa varolmaya dayanamayız.

Ancak kısavadeli arzular da, salt etkisine bıraktığımızda kendimizi, tehlikeli olurlar bizler için. Bir kere 'hayır' mürşidimin ifade buyurduğu gibi 'küllî' ve 'vücudî' birşey olduğu için bütünlüğe ve genişliğe ihtiyaç duyar. (Şerdir cüzî ve ademî olan.) Daha fidanken hiçbir ağaç meyve vermez. Ağaç büyüyene kadar sabretmek gerekir. Hem hiçbir meyve de bir günde olmaz. Onun da hamlığından olgunluğuna bir yolculuğu vardır. Erken koparırsanız haltedersiniz. Diliniz ve mideniz yediğiniz haltın haberini size pek çabuk söyler.

Hayırlı olan kendisini her zaman parçada göstermez. Bazen de bütünlüğe bakmamızı ister. Bugün kıldığımız namaz, sadece kıldığımız anda değil, ahirete uzanan bir düzlemde asıl meyvesini sunacaktır. Eğer oruçtan kebaptaki peşin hazzı beklerseniz, hayalkırıklığına uğrarsınız. İşte bu noktada da vicdanımıza ihtiyacımız var. Kısavadede kazandıran gibi görünen amellere dair doğru/yanlış tahlilini o yapar. Yere düşürülen bir cüzdanı cebimize atmak nefse hoş gelebilir. Ancak vicdan bu işe ne diyecektir? Vicdan böyle konularda doğru olana taraftardır. Genelde böyle olur. Peki, nasıl böyle olur?

İşte burada alıntıladığımız metne tekrar dönüyorum: Vicdan, ahiretin ve saadet-i ebediyenin bir delilidir, çünkü sanki orayı biliyormuş gibi davranır. Sanki bir küçük miraç yaşamış, cenneti/cehennemi görmüş, içine onlardan birer ümit ve korku düşmüş gibi davranır vicdan. O cüzdanı götürüp sahibine vermekte insanın bedensel anlamda nasıl bir tatmini olabilir? Hiç ve hiçbir şey. Hiçbir menfaatimiz yoktur maddî anlamda bu 'doğru'da. Ancak vicdan yine de doğruyu tanır. Çünkü vicdan ahiretin farkındalığıyla yaratılmıştır. İçindeki bütün cezbeler/çekimler/arzulayışlar ahiretin farkındalığıyla kuşanmıştır. "Demek o vicdan, o ebed için mahlûktur."

Yani sonsuzluğa duyduğumuz arzuyu kastetmiyorum sadece burada. Biz her amelimizde sonsuzluğu arzuluyoruz, varmış gibi davranıyoruz, eğer kulağımız vicdanımızdaysa. Çünkü ancak ahiret varsa doğru oluyor vicdan ile yaptığımız eyleyişler. "Demek, bu vicdanî olan incizap ve cezbe, bir gaye-i hakikiyenin ve bir hakikat-i cazibedârın yalnız cezbiyle olabilir..." Eğer ahiret yoksa, vicdanımız vicdan değil, aptallığımızdır. Hatta sadece 'aptallık' diyerek de kurtulamayız onun gerçekliğinden. Aynı zamanda anlaşılmazımızdır o bizim. Dolu bir cüzdanı neden sahibine götürmemizi istediğini hiçbir yere koyamayız. Bu koyamayış da onu ahiretin bir delili kılar. Eğer vicdanın kararları doğruysa, ki buna hiçbir insanoğlu itiraz etmez, o halde bu kararların doğruluğunun ortaya çıkacağı ahiret de vardır. Bu metin bize bunu da söyler. Allahu'l-alem.

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...