10 Kasım 2014 Pazartesi

İçimdeki ateiste mektuplar 4: Timsahın duası

Bir belgeselde izlemiştim. Vahşi hayvanlar, sürüler halinde bir su birikintisinin (göl demek biraz zor) çevresinde toplanıyorlardı. Bir şeylerden korktukları çok belliydi. Fazla beklememe gerek yokmuş neyse ki. Beş dakika bile sürmeden bu tedirginliğin hikmet-i vücudu ortaya çıktı. Bir timsah ansızın yerinden fırladı ve gaflette yakaladığı bir tanesini suya çekti.

Ölümler de en az 'hayat buluşlar' kadar organize ve gerekli. Belki bunu bana, her gün binlerce canlıyı öldüren dünya mezarlığı düşündürüyor. Zira bu dünyaya gelenler ve gidenler öylesine orantılı ki, birisi tarafından ayarlanmamış olması mümkün gözükmüyor. Böyle mükemmel bir intizam, gelir-gider dengesi olmadan korunamaz.

Şöyle enteresan bir şey okumuştum: İkinci Dünya Savaşı’nda ülkelerin erkek nüfusunda büyük azalışlar olmuş. Fakat burada enteresan bir şey var. Aynı ülkelerde, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki doğumlara bakıldığında, erkek çocukların doğum oranı, kız çocuklarının doğum oranının neredeyse iki katına ulaşmış.

Sanki dünyaya gelen çocukların bu açıktan haberi varmış da eksikliği kapamışlar gibi. Ve bilim adamları şaşırmış. “Doğa yaşamak için yol buluyor...” diye düşünmüşler. Sanki doğa dediğimiz otun, böceğin aklı var da bunları düşünüyor.

Empati yapıyorum ve kendimi timsahların yerine koyuyorum. O ağır cüsseleriyle uzun kara koşuları yapamayacak olan biçareler, elbette rızkı ayaklarına bekleyecekler. Hem zaten suyun dışında, yanlış hatırlamıyorsam, üç günden fazla yaşayamıyorlar. Siz böyle sınırlarla yaratılmış olsanız, nasıl dua ederdiniz Allah’a? Mesela şöyle olabilir mi:

“Allah’ım, benim rızkımı kovalamaya gücüm yetmiyor. Vücudum ağır, suya muhtacım. Sen rızkımı bana gönder!” Galiba timsahlar da böyle dua ediyorlar. Zira belgeselin devamında öğrendiğime göre, o bölgede timsahların bulunduğu sudan başka içme suyu kaynağı yokmuş. Yani o vahşi hayvancıklar, korkarak da olsa, suya yanaşmaya mecburlar. Dahası var. Eğer timsahlar onların sayısına böylesi bir ayar çekmese, hızlı nüfus artışları nedeniyle ortalığı sararlarmış. Nesilleri çoğalır ve başka hayvanlar için sıkıntı yaratırlarmış.

Onlar böyleyse, peki ya diğerleri? Sahi, bir seferde binlerce yumurta bırakan balıklar ve on binden fazla tohum saçan haşhaşlar var. Eğer onlara da Allah böyle bir sınır koymasa, dünya nasıl bir yer olurdu? Bu yüzden hepsinin bir sınırı var arkadaşım. Ve herkesin bir duası var. Şuurlu ettiklerimiz bir yana, haberimiz olmadan ettiklerimiz de var. Kuşların da var. Ağaçların da var.

İnanmıyor musun? Hatta ağaçlarınki o kadar mucizevî ki, onların muhtaç olduğu su, ta başka okyanuslardan gökte taşınarak getiriliyor. Damlacık, damlacık yüzlerine serpiştiriliyor. Böyle hizmet nerede var? Şu dünyaya dikkat et! Her canlının arzusu, adeta duası işitilir gibi hiç ummadığı yerlerden karşılanıyor. Yavrular, annesinin sinesinden süt emiyor, insanlar tat bilmez bir böcekten bal alıyor ve elsiz bir böcekten ipek giyiyor. Hayat bir şekilde sürüyor.

Seni bilemem. Ama ben gördüğüm harikaları 'duaların sahibinden' başkasına veremem. Bu kadar farklı arzuların, bu kadar farklı canlıdan, bu kadar farklı şekillerde semaya yükseldiği bir kâinatta, Allah’tan başkasına bir zerreciğin yükünü yükleyemem. Zira bir ağaç için, bir güneş gerek. Bir güneş içinse, bir kâinat. Herkesin duası, bir diğerine bakıyor. Bunların hepsini işiten ve birbirine uygun cevaplar veren, ancak O olabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...