14 Kasım 2014 Cuma

Yuh olsun klanının menfaati için iftira atanlara!

Aslında bu mesele, hiç de üzerime vazife olmayan, ama çenemi de tutamadığım bir mesele. Şu an Nurcu altgrupların tamamına yakını birbirini yiyor. Hatta o altgruplar bile daha altgruplara ayrılıyor. Her yer kaynıyor. Her yerde bir dönüşüm var. Taşlar havada, kendilerine konacak yeni yerler arıyorlar. Bu dönüşümü iki şekilde açıklayabiliyor yahut da gelecek adına senaryo olarak öngörebiliyorsunuz. Birincisi: Nurculuk daha alt ve küçük gruplar halinde yoluna devam edecek, gelecek yirmi yıl da bu gruplarla sürecek. (Ki mevcut durum da bütünleşme anlamında bundan daha olumlu bir yorum yapabilmeyi mümkün kılmıyor.) İkincisi ise: Bütün bu gruplaşmalar, kamplaşmalar yok olacak. Geriye sadece fert fert, belki bütünden bağımsızlık anlamında birey birey, Nurcular kalacak. Şu an bir geçiş evresindeyiz. Yaşanan sancılar da bunun sancıları. Ben, biraz iddialı olsa da, gelecek adına şu ikinci senaryonun daha kuvvetli bir ihtimalle vuku bulacağını düşünüyorum.

Bunu ne sağladı? Bunu 'en büyük taşın' yerinden oynatılması sağladı. Statüko, genelde küçük taşların oynamasıyla kendinden ödün vermez. Fakat en büyük taş yerinden oynadığında, herkes hiyerarşideki konumunu bu büyük taş ile irtibatlı bir şekilde sürdürdüğünden (hiyerarşi zaten budur) yer yerinden oynar. Gülengillerin bir yanının Risale-i Nur'la ilgisi, fiiliyatta tüm sorunlarına rağmen gelenek olarak Risalelerden beslendiğini söylemesi ve büyüklüğü, bugünkü durumda onun yıkılmasıyla bütün düzenin restorasyonunu kaçınılmaz hale getirdi. Zira bütün Nurcu gruplar Gülengillerle bir şekilde etkileşim içindeydi. Bazıları gelir noktasında da onlarla irtibatlıydı, muhtaçtı. Bazıları ise içdizaynını bile onlara bakarak, bir noktada 'onlar gibi olmaya çalışarak' oluşturuyordu. Bunun dışında çoğusunun içinde fiiliyatta Gülenci, ama nedense o gruplar içinde 'o grupçu' gibi duran insanlar vardı. Hükümet-Gülengiller gerilimiyle birlikte onların da çoğusu kendilerini açık ettiler. Bu sefer bu kararsız moleküller diğerlerini de daha kararsız bir hale getirdi. Kararsızlık kimyada bir halden başka hale geçmeye/dönüşmeye yatkınlık anlamında kullanılır.

Hükümet-Gülengiller gerilimi sürerken, iş, Risale-i Nurların, bandrol konusunda girilen çıkmazdan dolayı 'basılmaması' noktasında tıkanınca, bu sefer saflar daha da keskinleşmeye başladı. Kimileri bunu "Risale-i Nur yasaklanıyor!" lansesiyle pazarlarken, diğer bir kısmı "Risale-i Nur'a devlet tekeli!" demeyi tercih etti. (Daha komik olan: Bu iki argümanı beraber kullanan insanlardır.)

Endişeyi körükleyen veyahut 'vehme vücud verdiren'se süreçteki belirsizlikler. Yani Risaleler tekrar ne zaman basılmaya başlayacak? Bu sorun tam anlamıyla ne zaman çözülecek? Bu hâlâ üzerinde sis perdesi duran bir mesele. Özellikle bu işin sorumluluğunu üzerine alan insanlar bu noktada net bir takvim sunamıyorlar. "Şu tarihten itibaren artık gönül huzuruyla basılmaya başlayacak!" diyemiyorlar. Bu da işleri iyice sarpa sardırıyor. Şu an herkesin evinde külliyat var, internetten de ulaşabilmek mümkün, ceptelefonu uygulamaları da serbest satılıyor. Ancak yine de kitap baskılarının daha uzun bir süre yapılamaması, şu an sesi çıkmayan insanların "Yeter, ne zaman çözülecek bu iş?" demesine sebep olabilir. Gözardı etmemek gerek bu ihtimali. Bekletilmiş sabır, sabır değil öfkedir.

Ancak bütün bunların ötesinde; bu mesele üzerinden hükümete çakma çabaları bana komik geliyor. Hele Risalelerin yasaklandığını söyleyenlerin, bu sözlerinde kastettikleri, eğer Yeniasya ve Gülengiller gibi; "İnönü bile bu kadar ileriye gitmemişti!" gibi insanın neresiyle güleceğini şaşırdığı iddialar ise, iki laf diyeceğim var. Bu laflardan birincisi, onların ikiyüzlü oldukları. Evet, ikiyüzlüler çünkü Risalelerin yasaklı olduğu döneme dair derslerde, yazılarda, sunumlarda anlattıkları şeylerin bindebiri bile şu an oluyor değil. Ne insanların evleri basılıp Risaleler toplanıyor. Ne yanlarında Risale bulunanlar hapse atılıyor. Ne de Risale okuyanlar taciz ediliyor. Bilakis, böylesi bir durum olsa, Nurcuların en özgüvenli bir şekilde haklarını alabilecekleri dönem bu dönem. Hal böyleyken, sanki o dönemin hatıralarını daha önce bizim gibi yaşı küçük Nurculara anlatmamışlar gibi; "Bunlar İnönü'den daha beter!" türünden şeyler söylemeleri, hakikaten neremizle güleceğimizi şaşırdığımız hallerden.

Bir de Bediüzzaman'ın Risalelerin yasaklanması ve belalar arasında kurduğu ilgiyi biraz tuhaf anlıyor bu insanlar. O zamanlar sadece Risaleler yasaklı değildi, herkes yasaklıydı. Ve Bediüzzaman, o dönemde Risale hareketini tüm iman hareketlerinin öncülü olarak görüyordu. Dolayısıyla Risalelerin yasaklanması doğrudan iman hareketinin önüne çekilen bir setti. Risaleler, Risale oldukları için değil; sabık düzenin kurgu müslümanına karşı direnen ilk kuvvet oldukları için yasaklanıyordu. Nerede bu tarz bir yasaklanma ve bu yasaklanmanın ardındaki zihniyete yönelik musibet tehditi, nerede bugün yine Nurcuların kendilerini soktukları yasal bir çıkmazdan ötürü Risalelerin matbaada basılamaması? Şu an ben üç ayrı siteden Risale okuyabiliyor, evimdeki külliyata da parkta, bahçede, okulda, kütüphanede, her yerde rahatça açıp bakabiliyorum. Bu mu yani sizin gözünüzde İnönü'den beter olan Erdoğan'ın bize uygulayabildiği yasaklama? Bu mu sizin yasaklanma anlayışınız? Yuh olsun klanının menfaati için iftira atanlara! Yuh olsun!



2 yorum:

  1. Yazılarınızı uzun süredir takip ediyorum, hakikat arayışınıza cevap olarak yazdırılan yazıların başkalarınada deva olduğunu bilmenizi isterim, Allah hepimizi ilmi ile nurlandırıyor, binler selam

    YanıtlaSil

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...