25 Şubat 2016 Perşembe

Mustafa Kemal'i öveyim derken ceddine sövmek

Bu hep karşımıza çıkan bir mesele olduğu için hakkında yazmaya değer. Hem bu vesileyle bir hastalığa da dokunmak mümkün. AK Partili Nurettin Yaşar ile CHP'li Levent Gök arasında geçen bir tartışmada Gök'ün söylediği; “Bilmelidir ki o kişi, eğer Mustafa Kemal Atatürk olmasaydı, Cumhuriyet olmasaydı, kendisi acaba doğacak mıydı ya da kimden doğacaktı, nasıl doğacaktı belli değildir..." cümlesi Meclis'in karışmasına neden olmuş. Eh, karışması da anlaşılırdır, zira bu sözün çağrışımları masum şeyler değil. Daha önceleri sosyalmedyada da türevlerine rastladım. Haksızlığın son kalesi olan sinizm ve alaycılık Kemalistlerin arkasından konuşmayı pek sevdikleri bir siper. Peki, bu siper onlara ne sağlıyor? Öncelikle mantığa muhtaç olmuyorlar böylece. Ne de olsa mantık, asgari bir haklılığa, en azından bir dane-i hakikate, ihtiyaç duyar. Bu yüke hiç girmiyorsunuz. Slogancılığın en rahat yanı: Atıp dağılıyorsunuz. Arkasını artık kim toplarsa toplasın. İsterse hiç toplanmasın!

Hep bu ve benzeri şeyleri paylaşan/söyleyen arkadaşlara sormak istemişimdir: Sizi, ailenizin veya atalarınızın namusu konusunda bu kadar güvensiz kılan nedir? Ben de en az sizin kadar bu topraklarda doğmuş büyümüş birisi olarak ne toprağın ne de insanının dokusunda böyle bir yatkınlık görmüyorum. Yani ülkesini işgal edenler olduğunda "Hoşgeldiniz! Buyrun bunlar da kadınlarımız ve kızlarımız. Onlar da sizi bekliyorlardı!" diyecek bir alçaklığın bu topraklarda varolduğunu düşünmek öncelikle insanımızın ve insanlığın tarihine hakarettir. Daha özel dairede, bu tavır, İslam'ın müslümanlarda dem ve damarlara kadar işlediği izzetin tezahürüne zıttır. Doğrusu, bu arkadaşların endişelerinin nereden kaynaklandığını anlayabilmiş değilim. Acaba atalarında bu yönde bir zayıflık mı gördüler? Yani mesela bu sözleri söyleyenlerin dedelerinin veya ninelerinin namus konusundaki duruşunda bir esneklik mi vardı? Hâşâ, ben 'fıtraten mükerrem olan insana' yakıştırmıyorum. Ama ağızlarından çıkan dumanın oluşturduğu siste bunlar vehmoluyor.

Muhakemat'ta Bediüzzaman'ın altını çizdiği birşeydir: "Mübalağa ihtilalcidir." Bir insanı olduğundan daha büyük göstermeye çalışırsanız, yaptığınız ihtilalin acı sonuçları size dönmeye başlar. Yine Muhakemat'ta geçiyor: "Vazifesi hizmetkârlık ve tabiatı çocukluk olanlar büyük rütbeye girmekle tekebbür ederler. Tekebbür etmekle tenasübünü bozup muaşereti teşviş eder." Mustafa Kemal'i olduğundan daha büyük bir noktaya yükseltmek de aynı şekilde hem tekebbüre hem de tenasübün bozulmasına sebep oluyor. Onu süperkahraman yapayım derken yedi ceddinizi zan altında bırakıyorsunuz.

Sanki Mustafa Kemal olmasa herkes namusunu gavurlara peşkeş çekmeye teşne, bekliyor. Kimsenin karşı çıkası yok. Elbette kem söz sahibine yakışır. Ve elbette sözün sahipleri kendi ataları adına bu endişelere sahip olabilirler. Fakat aynı kişilerin bizim ceddimiz hakkında da böyle bir ithamda bulunmasını kabul edemeyiz. Meclis'teki kavganın da sanıyorum bununla bir ilgisi var.

Bediüzzaman'ın altını tekrar tekrar çizdiği bir hastalıktır: "Birşeyde hasıl olan mehâsin ve şerefse, havas ve rüesâya o şey peşkeş edilir. O şeyden neş'et eden seyyiat ve şer ise, efrad ve hem avâma, taksim, tevzi edilir. Aşiret-i galipte hasıl olan şerefse, 'Hasan Ağa, aferin!' Hasıl olan şer ise, efrada olur nefrin. Beşerde şerr-i hazin!" Ortada bir başarı varsa bu en çok kimin malıdır? Mustafa Kemal tek başına olsaydı neyi başarabilirdi? Fakat işte o zalim 'peşkeş düsturu' der ki: "Hepsini Mustafa Kemal'e ver." Sonra bedeli ne olur bunun? Bedeli, Mustafa Kemal dışındaki milletin 'uçkuruna sahip çıkamayan korkak ve zayıf insanlardan' mürekkep görülmesidir. Gel de bu hale Bediüzzaman gibi 'şerr-i hazin' deme. Adam Mustafa Kemal'i yükselteceğim diye ceddine sövüyor, haberi yok.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...