18 Eylül 2018 Salı

Tom'u Jerry mi düşürdü?

Hazine nedir? Varlığından mutlu olduğun şeyin daha çoğudur. Kaynağıdır. Hatta sabitliğidir. Öyle ki, sen, birşeyin hazinesinden bahsetsen, aslında o şeyin bir derece sabitliğinden de bahsedersin. Ümit Şimşek ağabeyin yaptığı Mesnevî-i Nuriye tercümesinde şöyle bir cümle var: "Herşeydeki sanatın altında bir bilinmezlik vardır ki varlığı zaruri olan bir Kadîrin sonsuz kudretini meydana çıkarır." Ben, bu cümleyi, Hicr sûresinin 21. ayetiyle ilgili görüyorum. Ki onun da kısa bir meali şöyledir: "Herşeyin hazineleri yalnız bizim yanımızdadır. Biz onu ancak belli bir ölçüyle indiririz."

Evet. Bence bu ikisi arasında bir kardeşlik var. Kardeşliğin özünü de, ism-i Kayyum penceresinden kuşanılacak bir bakışla, şöyle bir varlık algısı oluşturuyor: Biz evrendeki şeyleri her ne kadar 'müstakil' olarak, 'bağımsız varoluşlar' olarak, 'kendi başına ayakta durur' olarak müşahede ediyor olsak da, bu, bizim sınırlı nazarlarımızdan kaynaklanan bir yanılgıdan ibarettir. Aslında biz, sinemada oturmuş, çizgifilm izler gibiyiz. Çizgifilmde gerçekleşen her hâdiseyi salt perdede yaşananlarla açıklamaya çalışıyoruz: "Şimdi Tom düştü. Çünkü Jerry ona çelme taktı. Şimdi de Jerry kaçıyor. Çünkü Tom onu kovalıyor..." diyoruz.

Çizgifilmi çizgifilmin içinde kalarak açıklamak böyle oluyor. Fakat bir de bunun üstü bir bakış var. Bize Kur'an-ı Hakîm'in öğrettiği bir bakış. Sünnet-i Seniyyenin aşıladığı bir bakış. O bakışta herşeyin bir 'gaybı' var. Beş duyu organımızın dokunamadığı 'aşkın boyutların/âlemlerin' varlığının farkındayız. Ve vahiy de tam olarak bu 'artı'nın zenginliğini elde edenleri övüyor. "Onlar ki gayba iman ederler!" diyor. Gayba iman edenleri methediyor.

Peki gayba iman edenlerin ne artısı var? Onların en temel artısı perde üzerinde gerçekleşenleri perdeye bağlı olarak anlatmaya mecbur olmayışları. Bakışlarını genişletmişler. Nübüvvet güneşi gözlerini açmış. Sinemada olduklarının farkındalar. Çizgifilmin bir projektör vasıtasıyla yansıtıldığını biliyorlar. Karşılarındaki manzarayı bir tecelli olarak okuyorlar. Asıl değil gölge bunlar. Bu da onları önlerindeki bilgiyi 'perdeden aşkın bir şekilde' anlamlandırmaya teşvik ediyor. Bunu yapıyorlar. "Tom, Jerry ayağına çelme taktığı için değil, çizer böyle çizdiği, senarist böyle kurguladığı, perdeye böyle olduğu yansıtıldığı için düştü." Ve o zaman görüyorlar:

Hiçbir görüntünün sabit kalmadığı bu yaz-boz tahtasının ardında daha sabit birşeyler olması lazım. Tom ve Jerry'nin bu koşuşturması kendilerinin yarattığı birşey olamaz. Tesadüfen de böyle birşey ortaya çıkamaz. Tabiat ki, temsilde çizgilfilmin kendisidir, kendisi zaten an be an yeniden şekillendirilen/değiştirilen birşeydir. Her an yaratılmakta, dönüştürülmekte, biçimlendirilmektedir. Yaratılıyor, dönüştürülüyor, biçimlendiriliyor olan kendisini yaratamaz. Birşey hem 'eyleyen' hem 'eylenilen' olamaz. Perde hem yansıtan hem yansıyan olamaz. İşte, o zaman, böyle diyenin 'neden öyle söylediğini' anlıyorlar:

"Tabiat misalî bir matbaadır, tâbi' değil. Nakıştır, nakkaş değil. Kàbildir, fâil değil. Mistardır, masdar değil. Nizamdır, nâzım değil. Kanundur, kudret değil. Şeriat-ı iradiyedir, hakikat-i hariciye değil."

Tom ve Jerry'nin sabitliğini koruyan daha sabit bir âlem olmalı. Hazineleri orada bulunmalı. Çünkü varlığı 'dönüşgenler' ancak 'sabitlere tutunarak' ayakta kalabilirler. Gezegenleri tutan güneşin sabitliğidir. Aynalardaki sûretimi aynı tutan yüzümdeki sûretin aynılığıdır. Her bahar yeniden çiçeklenen ince dallar ağaç köklerinin sabiteliğiyle bunu başarırlar. Bu değişkenden sabite akış hepimize çok önemli bir ism-i Kayyum sırrı söyler: Değişken âlemlerin ardında bir 'kendisine değişmek arız olmayan' olmalıdır. Değişen herşey, varlıkta kalabilmek için, değişmeyen birşeye yaslanmaya muhtaçtır. Değişkenlik ömrünü sabitelikten alır.

Şu da var: Değişmek eksiklerin/sınırlıların işidir. Öyleyse o şey nihayetsiz kemalde de olmalıdır. Çünkü sebat kemale tâbidir. Mükemmel olan ancak değişmez.

Dalların hazinesi köklerin yanındadır. Köklerin hazinesi toprağın yanında... Toprağın ise kayaların ufalanmış hali olduğunu biliyoruz. Zaten kayalar da daha aşağımızdaki magma tabakasının soğumuş kısmından oluşuyorlar. Peki ya magma tabakası? Peki ya herşeyin özündeki sabitelik? Atom altına indikçe inceleşen/belirsizleşen varlık? Bunca değişkenlik içinde bizi 'biz' kılan şey nedir? Anlar birbirlerinden farklıyken seni 'sen' ve beni 'ben' kılan ne sabit kalıyor? Değişen herşey kime tutunuyor?

Arkadaşım, lafı çok dolaştırdım, fakat farketmemiz gereken birşey var. Bazen, tüm şartlar yerli yerinde olmasına rağmen, mutlu olamıyoruz. Bazen, yazmak için herşey müsaitken, iki cümle bile karalayamıyoruz. Bazen, en zevk aldığımız şeyleri yaparken bile, dilimize acı bir tat geliyor. Bütün bu yoksunlukların öğrettiği birşey var.

Nedir o? Bence şudur: Bu şeylerin hazineleri bizim yanımızda değil. Başka bir yerde. Dilimize değen yalnızca sızıntı. Perdedekiler yalnızca tecelli. Biz, inan, ne kadar dönüp dolaşsak, yine mürşidimin dediğine geleceğiz: "Âlem-i şehadet avâlimü'l-guyûb üstünde tenteneli bir perdedir." İşte, kanaatimce, 'herşeydeki sanatın altındaki bilinmezlik' biraz da budur. Aklın ile tüm değişkenliğin kenarına geldiğinde muhtaç olduğun sabitliktir. Bu sabitlik, bir an gelir ki, tüm sınırlı şeyleri aşar. Yine Kur'an'daki bir soru-cevabın ortasına düşersin: "Andolsun ki onlara: 'Gökleri ve yeri kim yarattı?' diye soracak olsan: 'Elbette Allah!' diyeceklerdir." Evet, âlemdeki değişimin kenarına gelen, imana düşer.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...