Suriye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Suriye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Şubat 2017 Cumartesi

Bediüzzaman neden 'Muhammed-i Arabî' (a.s.m.) diyor?

Allah kendisini rahmetiyle sarsın sarmalasın. Bu sıralar Esad Coşan Hocaefendi'nin (k.s.) Ramuzu'l-Ehadis derslerini takip ediyorum internetten. Bunlardan birisinin (linkini yazının sonunda vereceğim) ahirinde şöyle bir hadis naklediyor Esad Coşan Hocaefendi merhum. Efendimiz aleyhissalatuvesselam Selman-ı Farisî'ye (r.a.) buyuruyor: "Ya Selman, bana kızma, yoksa dininden kopar gidersin." Hz. Selman (r.a.) bu emir karşısında şaşkınlıkla soruyor: "Sana nasıl kızılır ya Resulallah?" Efendimiz aleyhissalatuvesselam cevap veriyor: "Arap kavmine kızarsın. Bana da kızmış olursun." Mezkûr hadisin Tirmizî gibi kaynaklarda da yeralan 'hasen' bir hadis olduğunu nakleden Esad Coşan Hocaefendi, meseleyi bir dönem Türkiye'de ekilmeye çalışılan Arap düşmanlığına getiriyor ve ekliyor: "İmanlı kulun derecesi çok yüksektir. Allah'ın sevdiği kuluna düşmanlık besleyen iflah olmaz."

Merhumun ta 1987'de ettiği bu nasihatlere, sanıyorum, bugün bizim daha çok ihtiyacımız var. Çünkü o zamanlar devlet eliyle ekilmeye çalışılan jeo-politik, ideolojik ve seküler düşmanlığa bedel; bugün, Suriye'de yaşananlar nedeniyle ortaya çıkan sosyolojik sıkıntıdan nemalanmaya çalışan küresel/yerel güçler var. Dün, devletin Batılılaşma idealleri adına halka Arap düşmanlığı öğretilmeye çalışılırken, bugün herkesin gündelik yaşamında birebir karşılaştığı sıkıntılar üzerinden tutuşturulmaya çalışılan bir alev var. Allah Resulü aleyhissalatuvesselamın 'Farisî bir sahabisine' 1400 yıl önce ettiği şu nasihate, 1400 yıl sonra gelen Türkî veya Kürdî ümmeti olarak, daha çok muhtacız. İslam'ı diğer kavimlere taşıyan 'sancağın ilk taşıyıcılarına' gereken hürmeti beslemek zorundayız.

İlginç birşeydir: Bediüzzaman'ın, Risale-i Nur külliyatı boyunca, Allah Resulü aleyhissalatuvesselam hakkında en sık kullandığı ifade 'Muhammed-i Arabî'dir. Yıllar önce, Allah kendisine afiyet bağışlasın, Abdulhamid Oruç Hoca, Bediüzzaman'ın bu seçiminin o dönem için özellikle yapılmış bir tercih olduğunu ve halka ekilmeye çalışılan Arap düşmanlığını yenebilmek için külliyatta yoğun bir şekilde kullanıldığını ifade etmişti.

Şimdi, mezkûr hadis-i şerifle birlikte düşününce hakikaten de Bediüzzaman'ın şu seçiminin kastî olduğunu anlaşılıyor. Allah Resulü aleyhissalatuvesselam nasıl ki Selman-ı Farisî'ye (r.a.) kendisinin de bir Arap olduğunu hatırlatarak 'Arap kavmine düşmanlığın kendisine de düşmanlık anlamına gelebileceğini' öğretiyor; onun bir talebesi olarak Bediüzzaman da, tedrisinde sık sık 'Muhammed-i Arabî' diyerek veya anarak, bu zamanın müslümanlarına aynı hakikati ders veriyor. Yani; Risale-i Nur külliyatında belki öylesine kullanıldığını sandığımızın bu terkibin, aslında 1400 öncesine uzanan şöyle bir hakikati var. Buradaki yankı oradaki sesten besleniyor. ('Allahu'l-alem' kaydıyla ifade etmiş olalım.) Hem Bediüzzaman'ın şu cümleleri de bu fikri desteklemiyor mu?

"Şimdi ise, en ziyade birbirine muhtaç ve birbirinden mazlum ve birbirinden fakir ve ecnebî tahakkümü altında ezilen anâsır ve kabâil-i İslâmiye içinde, fikr-i milliyetle birbirine yabanî bakmak ve birbirini düşman telâkki etmek öyle bir felâkettir ki, tarif edilmez. Adeta bir sineğin ısırmaması için, müthiş yılanlara arka çevirip sineğin ısırmasına karşı mukabele etmek gibi bir divanelikle, büyük ejderhalar hükmünde olan Avrupa'nın doymak bilmez hırslarını, pençelerini açtıkları bir zamanda onlara ehemmiyet vermeyip, belki mânen onlara yardım edip, menfi unsuriyet fikriyle şark vilâyetlerindeki vatandaşlara veya cenup tarafındaki dindaşlara adâvet besleyip onlara karşı cephe almak, çok zararları ve mehâlikiyle beraber, o cenup efradları içinde düşman olarak yoktur ki, onlara karşı cephe alınsın. Cenuptan gelen Kur'ân nuru var; İslâmiyet ziyası gelmiş; o içimizde vardır ve her yerde bulunur. İşte o dindaşlara adâvet ise, dolayısıyla İslâmiyete, Kur'ân'a dokunur. İslâmiyet ve Kur'ân'a karşı adâvet ise, bütün bu vatandaşların hayat-ı dünyeviye ve hayat-ı uhreviyesine bir nevi adâvettir. Hamiyet namına hayat-ı içtimaiyeye hizmet edeyim diye iki hayatın temel taşlarını harap etmek, hamiyet değil, hamâkattir!"

Agâh (uyanık) olalım abiler ve ablalar! Arap düşmanlığı, hangi argümanın üzerine bina edilirse edilsin, hadis-i şerifin ve mübarek hocalarımızın bize haber verdiği üzere, üzerine ırkçılık hamiyeti giydirilmiş bir İslam düşmanlığıdır. Şu yazı vesilesiyle iki mürşidime de rahmet duaları eder, Cenab-ı Hakk'tan, o güzellerin emsallerini şu muhtaç zamanda kesretle halketmesini niyaz ederim. Âmin.



Esad Coşan Hocaefendi'nin mezkûr dersi için: https://www.youtube.com/watch?v=6cGiZrF0ysY&list=PLFA94D30CDC4B3996&index=7

21 Ağustos 2013 Çarşamba

Kardeşlerimle hasbihal

Nurcu kardeşlerim, bugün hasbıhalim sizinle. Önce sizinle; çünkü siz, benim dilimden anlamalısınız. Bize bugün bazıları, yaşananlar karşısında, korkaklık ve rahatlık öğütlüyorlar. Oturmamızı, susmamızı, kardeşlerimiz kurşuna kafa atarken karışmamamızı talep ediyorlar. Onların gözlerimizin önündeki şahadetlerine ‘dış siyaset’ diyorlar, ‘yalnızlaşıyoruz’ diyorlar, ‘müsbet hareket değil, müdahil olmamalıyız’ diyorlar.

Kardeşlerim, kendimi maaliftihar içinizden birisi sayarak söylüyorum: Biz, bu korkaklığa layık değiliz. Bizim Üstadımız da bu korkaklığa layık birisi değildi. Bizim Peygamberimiz de bu korkaklığa layık değil. Bizim Kitabımız da korkaklığı öğütlemez. Bizim dinimiz de bu korkaklığa müsait değildir. Hatta bunların ötesinde, insan olmak bile, böyle bir korkaklığı kaldırmaz. Peki, bize bunu öğütleyenlerin midesi nasıl kaldırıyor da rahat rahat böyle cümleler kurabiliyorlar? İslam bu kadar izzetsiz mi? Nurculuk bu kadar iffetsiz mi? Kardeşlik denilen, kanı akarken en masum damlalarla kardeşinin, karşısına oturup “Yanlış yapıyorlar!” demek mi? “Bizi dinleselerdi!” diye söylenmek mi? Dinimiz, ‘dış sıyaset’ mi? İtikadımız, ‘reel politik’ mi? Neye iman ediyoruz biz? Neye teslim olduk? Neyin müslümanıyız? İmanımız, menfaatimiz mi?

Kardeşlerim, “Bediüzzaman olsa, insanları böyle sokaklara dökmezdi” diyorlar. Halbuki Üstad Hazretleri, bizzat kendisi, Divan-ı Harbi Örfî’de yargılandıktan sonra yollarda “Zalimler için yaşasın cehennem!” diye bağıran kişi değil miydi? “Bediüzzaman olsa, Suriye’de silahla mücadeleye izin vermezdi” diyorlar. Halbuki Birinci Dünya Savaşı’nda Rus ordularına karşı talebeleriyle silah kuşanan o değil miydi? Şam’a giderken yolda eşkıyalar etrafını kuşatılınca, eşkıyalar da müslüman olmasına rağmen, onlarla çatışmaya girdiği Tarihçe-i Hayat’ında yazmıyor mu? Zalime hakkı söylemek, ondan bize kalan miras değil mi? Peki, neden biz hakkı söylemeyi es geçiyor, sabrı tavsiyede bu kadar gayretli davranıyoruz?

Kardeşlerim, bunlar müsbet hareketi sadece susmak, susmak, susmak olarak görüyorlar. İtaat, itaat, itaat olarak algılıyorlar. Şiddetten mümkün mertebe sakınmayı, şiddete boyun eğme sanıyorlar. Siz Üstadın hayatını kaç kere okumuş insanlarsınız. Sizce Üstad, bu zalimlerin yaptığı katliamları sessizlikle değerlendirebilir miydi?

Bugün ümmetle kaynaşma veya küskünlükle hatırlanmanın eşiğindeyiz. Eğer bugün biz onlarla gamlarını paylaşmazsak, yarın onlar bizle hiçbir şeylerini paylaşmazlar. Bizi hayırla da anmazlar. Kardeşlerim, menfaatlerimiz zarar görür diye mi korkuyoruz? Siyasetimiz bu yüzden mi hatalı geliyor bize? Halbuki “Menfaat üzerine dönen siyaset canavardır!” diyen bizim Üstadımız değil miydi? Ne ara bizim değer yargılarımız değişti? Ne ara biz bu kadar siyasetperest olduk?

Kardeşlerim, eğer size pasifliği öğütleyenler; kendi enaniyetleri hakikati görmelerine perde olmuş, siyasete dahlolmakla kardeşliklerini unutmuş kimselerse, onları itaatsizliğiniz caizdir. Akıllarınızı, ağalarınızın cebinden çıkarın! Kim olursa olsun, kimden olursa olsun; Mısır’da, Suriye’de kardeşlerine destek olanlara destek olun. Vallahi, zulüm hep geçicidir. Bugünler geçer. Allahın azap günleri sayılıdır. Ondan sonra ne yapacaksınız? Kardeşleriniz sizi nasıl hatırlayacak? Siz onların nasıl yüzüne bakacaksınız? Bu ikrara benzer sükût, bu dilsiz şeytanlık yakışmıyor bizlere.

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...