hodbin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hodbin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Temmuz 2023 Perşembe

Dünyanın aklını başından nasıl alıyoruz?

“Kur'ân-ı Hakîm bu zemin kafasının aklı ve kuvve-i müfekkiresidir. Eğer—el'iyâzübillâh—Kur'ân küre-i arzın başından çıksa, arz divâne olacak, akıldan boş kalan kafasını bir seyyareye çarpması, bir kıyamet kopmasına sebep olması akıldan uzak değildir.”
14. Şua’dan.

Bazı kelimeler ancak popüler şarkılarda yerli yersiz kullanılınca hayata dönebiliyor. Ne yazık. Benim de dönmesini dilediğim kelimeler var. Onlardan birisi ‘hodendiş.’ Hod-endiş. Sözlükteki karşılığı: “Yalnız kendisi için endişelenen.” Öhöm. Birşey dokundu galiba. Neyse. ‘Bencilliğin tariflerinden birisidir’ diye tanıtabilirim size onu. (Mürşidimin bu amaçla kullandığı üç kelime var: Hodbin, hodgam, hodendiş. Yalnız kendisini bilen, yalnız kendisinin keyfini düşünen, yalnız kendisi için endişelenen. Bencilliğin üç vechi. Herbir kuvveye bir tanesi yakışıyor. Kuvve-i akliyeye hodbin, kuvve-i şeheviyeye hodgam, kuvve-i gadabiyeye hodendiş.) Bense kendisini Risale-i Nur’la tanıdım. İşte, şimdi bir kısa alıntı yapalım da, onunla tanışmış olun. İlk durağımız 2. Söz. Deniliyor ki orada: “Bir vakit iki adam hem keyif, hem ticaret için seyahate giderler. Biri hodbin/talihsiz bir tarafa, diğeri hüdâbin/bahtiyar diğer tarafa sülûk eder, giderler. Hodbin adam hem hodgâm, hem hodendiş, hem bedbin olduğundan, bedbinlik cezası olarak nazarında pek fena bir memlekete düşer.”

Hodbin ‘yalnız kendini bilen’ demek. Yukarıda parantez içi bahsi geçmişti. Bediüzzaman ‘hodbin-talihsiz’ şeklinde beraber kullandığı için taksim koyma ihtiyacı hissettim. Orijinalinde bu imla yok. (Tamamen işgüzarlığım.) Peki bu yakınlıktan çıkardığım ne? O da şöyle birşeydir: Demek ki, mürşidimin tefekküründe, ‘yalnız kendini bilme’ ile ‘talihsizlik’ arasında çok yakın bir ilişki vardır. Hem ‘hüdabinlik’ ile de ‘bahtiyarlık’ birbirine çok yakındır. O olunca bu da olur. Şu olunca o da olur. İnsan Rabbini bildiği zaman bahtı ‘yâri’ olmaya başlar. Bilmesine kapandığı, yani bilişi kendisine münhasır kıldığı, ölçüde de talihsizliği bahtlaşır. Yâri ‘yarı’ olur. Yargısının merkezine göre ‘sevgili’ ile ‘uçurum’ yer değiştirir. Fakat dert bununla da bitmiyor arkadaşım.

Şimdi de Sünuhat’tan bir alıntı geliyor: “Beşerde, hayvanın aksine olarak, kuvâ ve müyul fıtraten tahdit edilmemiş. Meyl-i zulüm, hubb-u nefis dehşetli meydan alıyor. Evet, ene ve enaniyetin eşkâl-i habîsesi olan hodgâmlık, hodbinlik, hodendişlik, gurur ve inat o meyle inzimam etse, öyle ekberü'l-kebâiri icad eder ki, daha beşer ona isim bulmamış. Cehennemin lüzumuna delil olduğu gibi, cezası da yalnız Cehennem olabilir.” Yani, bizim hodbin yalnız kendi bahtını karartmakla kalmıyor, bir de talihsizliğini büyütüyor, genişletiyor, herkesin ufkuna yayıyor. Uçurumunu ‘insanlığın da uçurumu’ haline getirebiliyor. Öyle de ürpertici birşeydir.

Neden böyle olur? Çünkü parçasını, bütünün, hatta Bütünün Sahibinin (Rabbü’l-Âlemîn denilir Ona) nihayetsiz kemaldeki hikmeti üzerine kaldırır. Kişisel akledişleri, zevkedişleri, korkuşları sanki hepsinin üstündeymiş gibi ahkâm keser. Manzara tamamen nazarına sığmadığı için de, bütünün asla hakvermediği, fakat has penceresinde mutlak sanrılanan yargılar yumurtlar. Onlarla zalimane tasarruflara girişir. Nihayetinde ‘nazarında pek fena bir memlekete düşer.’ (Hakikatteyse memleket öyle değildir. Evet. Doğrusu hüdabinin algıladığı gibidir. Çünkü hüdabin kendi göresine kapanmamıştır. Parçalığında kör olmamıştır. Allah’ın varlığına, yani Rabbü’l-Âlemîne, yani Âlemler Rabbine, yani Bütünün Sahibine, vahyine, marifetine, isimlerine, sıfatlarına, şeriatına yaslanmıştır okumalarında. Ezelden haber verdiği şekilde kainatı algılamaya çalışmıştır.) Kendisi de nazarında böyle gözüken memleketi daha fena hale getirmek için elinden geleni yapar. Yanlış dedim. Düzelteyim: Daha fena hale getirmek için yapmaz bunu belki. Düzeltmeye çalışırken yıkar. Tıpkı tavuktan başka kuş bilmeyen bahçevanın tavusu makasla düzeltmesi gibi olur. Ne tavusta tavusluk kalır ne de ele yeni bir tavuk geçer. Bütünü kendisine göre biçimlendirmeye çalışan parça onun kanseridir.

Söylediklerim abartılı geldiyse şu dünyanın gidişatına bak isterim arkadaşım. Modern medeniyet denilen ‘deniyet’ beşeriyet parçasını kainat bütünlüğüne dayattıkça işleri daha çıkılmaz hale getirmedi mi? Allah’ın rızası yerine insanlığın menfaati(!) arandıkça düzenimiz bozulmadı mı? Kur’an çekilip alındıkça arz başının döndüğünü belirtir tavırlar sergilemiyor mu? Tamam. Şimdi belki herşey yalnız bizim menfaatimize göre oluyor. Fabrikalarımız çalışıyor. Uçaklarımız uçuyor. Bir tıkla gözümüz dünyayı dolaşıyor. Fakat, ne garip, bu parçalı menfaatlerimiz büyük resimde sonumuzu da hızlandırıyor. Küresel ısınma artıyor. Çevre kirliliği yükseliyor. Buzullar eriyor. Birçok hayvanın nesli tükeniyor. Üstelik nükleer bir savaş başlatırsak iş daha hızlı da bitebilir. Bütün bunlar olurken herşeyi parçamıza göre okuyorduk işte. Hodbinlik, hodgamlık, hodendişlik yapıyorduk. Yalnız kendimiz için endişelendiğimizden evrenin ömrünü kısalttık. Nazarımızda memleket hâlâ fenadır bir de. İdeolojiler çözüm getirmediler görünene. Belki de görüneni değil göremizi değiştirmeliydik ha? Merkezden kendimizi çeksek, zaten olduğu gibi Kur’an’ı yerinde bıraksak, yok, onun için de geç kalındı sanki.

4 Aralık 2015 Cuma

Allah'a namaz kadar inanmak...

Kendiliğinde boğulurken âdem, Allah'a farkındalığı imdadına yetişir. Hudabin olanın neşesi, Hodbin olanın karamsarlığı bununla ilgilidir. Hodbin yalnızdır. Ne yaparsa yapsın yalnızdır. Çünkü kendi kendinedir. 'Hiç kimseyi sevmez ve hiç kimse de onu sevmez' manasında söylemiyorum. Fakat hayatının tüm detaylarını saracak bir dostluk kuramaz. Öyle bir 'dostlaştırma' yoktur çünkü dünyasında. Bir Allah tanımından yoksundur. 'Sen'ler arasında dolaşır, ama bu 'sen'lerden hiçbirisi Hudabin'inki gibi bir 'o' değildir. "Kalpler ancak Allah'ın zikriyle tatmin olur." Zaman olur, insan en yakın arkadaşlarının yanında bile kendisini yalnız hisseder. 'O' olmayınca 'sen'ler yetmez olur.

Yalnızlık özünde nedir? Bence Kayyum ismine duyulan açlıktır. Yaratılmışlığın yoksunluğudur. Doğuştan gelen eksikliğimizdir. Düşerken arandığımız tutacak yerdir. Arızilik sancısıdır. Ne çok rengi var yalnızlığın! Yalnızlık, bazen farkedilmemektir/önemsenmemektir. Bazen paylaşamamaktır en mutlu anlarını bile, hiçkimseyle. Bazen de 'bilinmeden kalmak'tır. Yani halinize kimsenin şahit olmamasıdır. Bencillik ilk bu bedeli ödetiyor. Dünyayı, kısavadeli menfaatlere/nefse göre şekillendirirken yüklendiğimiz demirden küfe bu: Bir daha 'bir başkası için' veya 'bir başkasına göre' hayatımızda olmayacak. Kendimizi aşkın şeyler yapamayacağız. Hedeflerimizin boyu kısaldı. Ben'in keyfini tek mikyas yaparak pekçok kıyas imkanını yitirdik.

Artık siz biliniz, kendinizi ne kadar bilebilirseniz. Kimsenin farketmediği nakışlarınız var. Fener tutulmamış dehlizleriniz mevcut. Bin kapılı saraysınız, ama bir kapınız ya açıldı ya açılmadı. Yapabileceklerinizin yüzde birini bile yapmaya yetmiyor ömür ve geçmiyor fırsatları ele. Siz bir tek size kalırsanız, yazık olmaz mı size? İnsan-insana çözülmez bu düğüm. İnsan, insana yetmiyor. İnsan, insanın yalnızlığını yoketmiyor. Bir de bakıyorsunuz; en yakınlarınız içinde, nazlı dilinizde bir sitem: "Kimse beni anlamıyor." Yalnız ergenlikte mi bu tafra? Hayır, hangi yaşta olsanız, öyle. Demek; insan, insanın yalnızlığını almaya yetmez.

"Namaz müminin miracıdır." Mirac, Allah Resulü aleyhissalatuvesselamın Taif sonrası yalnızlığını almıştır. Hüzün yılının gamını silmiştir. Demek ki bir mirac hepimizin ihtiyacı. Yalnız olmadığımızı daha şiddetli bir şekilde hissetmeye hepimizin ihtiyacı var bazı zamanlar. Namaz da, işte, bir çeşit mirac yaşatır bizlere. Allah'ın varlığını namaz derecesinde kabul eden ve gönlündeki Allah tasavvurunu ondaki hareket ve anışlarla diri tutan (Huda'ya 'bin' olan) insanın elbette kainata bakışı da farklı olur. Bir 'o' bağlantısı takılır gafil olmadığı her anına. "İman bir intisabdır..." der Bediüzzaman. O intisabla insan, mahlukatla yaşadığı ben-sen yalnızlığından kurtulur. Onun varlığı her yalnızlığı giderir.

"Hodbin adam hem hodgâm, hem hodendiş, hem bedbin olduğundan, bedbinlik cezası olarak nazarında pek fena bir memlekete düşer. (...) Vicdanı azap içinde kalır. Diğeri hüdâbin, hüdâperest ve hak-endiş, güzel ahlâklı idi ki, nazarında pek güzel bir memlekete düştü. (...) Allah'a şükreder."

Mürşidimin 'ibadet ediş' ve 'mahlukatın ibadetini farkediş' arasında kurduğu ilgi, namazda daha zahir bir şekilde gözümüze çarpıyor. Ne de olsa, insan, dünyasında olan şeyi görür dünyada. Sende karşılığı olan şeydir dışarıdan payın. Körün görmekten, sağırın sesten, delinin akıldan alacağı yoktur. Dışımız içimizden geçerken üzerine bulaşan bir boyadır anlam. Şekerin tadını kendisinden sanırsan yanılırsın. Babası yeni ölmüş bir çocuk için elma şekeri bile acıdır. Dünyanda, kendisine beş vakit namaz kılınacak gibi bir Rahman hiç varolmamışsa, dışarıya baktığında onun rahmet izlerini nasıl göreceksin?

Allah'a, müslümana yakışır bir şekilde iman ettin mi? O zaman secde et de görelim. Teorini, pratikle sına. Çünkü Allah, hakikaten secde edilecek bir Allah'tır. Hem tesbih de etmelisin. Hem yalnız ona hamdetmelisin. Hem tarif edilmez büyüklüğünü dile getirmelisin. Yapmalısın ki, görelim, imanında samimi misin? Allah'ı önünde eğilmeye, hatta günde beş vakit eğilmeye değer buluyor musun?

Hayata, evvelemirde dört şekilde karışıyor imanın: Tehlil, tesbih, tahmid ve tekbir... Namaz, bu açıdan, müminin imanında samimi olup olmadığının sınanmasıdır. Nöbet yerindeki butona, belirli aralıklarla "Ben hâlâ buradayım!" sinyali için basmandır. Namazın içeriği, Allah tasavvurumuzu sağlıklı ve diri tutar. Hadis-i şeriflerde namazsızlık ve küfür arasında dikkat çekilen yakınlık, namaz kılmayan insanın Allah tasavvurunu içselleştirmede yaşayacağı sıkıntıya işarettir.

Her namaz kılan böyle midir? Elbette, Kur'an'ın da buyurduğu gibi, kıldığı namazdan gafil olanlar var. Fakat, içeriğine yeterince vakıf olalım veya olmayalım, halis bir niyetle kılınan namaz dünyaya bakışınızı değiştirir. Burnundan kıl aldırmayan mütekebbir bile, günde beş vakit, her vakitte kaç rekat, her rekatta iki kere alnını yere koyunca; o akıl başa haşyeti miktarınca ister istemez gelir. El yumruğunu yemeyenin kendi yumruğunu balyoz sanması gibi, namaz kılmayanın alnı da kendisini eğilmez sanır. 'Huda' diye birşeye iman etmiş ve onun önünde eğilmeyi hayatının değişmezi kılmış bir insanın elbette hayata bakışı farklı olur. Hatta kainatı ve kelam-ı ilahiyi yorumlayışı da. Namaz kılan, kılmayandan kesinlikle farklıdır. Dünyasında 'secde edilecek bir Allah'ın varlığını' her gün beslediği için farklıdır.

Namazda problemi olanın ilmi/kuvveti/makamı başına bela olur kanaatine sahibim. Bediüzzaman da dört hatve diye tarif ettiği yolunda aczi, fakrı ve şefkati, tefekkürden öncelemiyor mu? O halde namazsızın yaptığı tefekküre ne kadar güvenebiliriz? (Modern bilim/felsefe neden bize güvenilmez geliyor?) O, itirafından beş vakit kaçmaktadır. Elbette bu kaçıştan fakrı ve şefkati de yara almaktadır. İblisin, bir kere secdeden kaçmakla başına neler geldi, biliyoruz. İnsana karşı nasıl merhametsizleşti, görüyoruz. Ondan sonra yaptığı bütün akıl yürütmelerde hata var.

Ben de namazdan kaçanın yorumlarına güvenemiyorum. Hatta ehlullahın, zekavetçe çok ileri olmayanının bile, zikir ve ibadet ile meşguliyetinden doğan arifliğini dehaya tercih ederim. Çünkü o dengesini şaşırmaz. Fakat öteki mizansızdır. İbadetsizliği ölçüsünde Hodbin ve yalnızdır. Kimsenin önünde secde etmemiştir ki, onun ölçülerini/emirlerini nefsinin önüne geçirebilsin. Nefis herşeyi ister, ama herşeyi elde edemez. Bu yüzden varlığa bakışı istediğini alamayanın karamsarlığındadır. Ve karamsar, kaosu bir çukur olarak değil, bir basamak olarak görür. Devrimcinin 'isterse kopsun kıyamet' nihilizmi, anarşinin şiddeti meşrulaştırışı, zulmün mazlumu görmezden gelişi... Hepsi ama hepsi bu yalnızlıktan besleniyor. Yalnızlaştıkça insan saldırganlaşıyor. 'Vahşet' kelimesinin aynı zamanda 'yalnızlık' ve 'ürküntü' anlamlarına da gelmesi tesadüf mü? Şahit olduğumuz her vahşet bize bir yalnızlık hissettirmez mi?

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...