Fail etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fail etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Ağustos 2021 Pazartesi

Kader kaçmaktır

Tekerrürde bir sır var sanki arkadaşım. Bir çeşit dua gibi. Yahut onun da içi. Samimiyeti. Gayret oluyor. Sebat oluyor. İhlas oluyor. O Rahman u Rahîm’in kapısını daha ‘kabul edilir’ çalıyor. Cenab-ı Hak da karşılığını alelekser veriyor. Yani ki tekrarı beğeniyor. Bizden yana böyle. Biz arzularımıza ısrarımızca ulaşırız. Peki Allah? Hüda neden vahyinde/kainatta tekerrürde bulunuyor? Öncelikle şuna dikkatini çekerim arkadaşım: Allah birşeyi tekrar ediyorsa elbette bu unutkanlığından değil. Hâşâ. Aczinden değil. Hâşâ. Sınırlarından değil. Hâşâ. Subhan’ı kusurlardan tenzih ederiz. Onun tekrarı da hikmetinden gelir. Kudretinden gelir. Rahmetinden gelir. Hatta o tekrarlar, mürşidimin de dediği gibi, ancak zahirîdir. Özünde yeniliktir. Yeni şeylerdir. Vahyinde böyle olduğu gibi kainatında da böyledir.

Yahu düşünsene: Sen kendiliğinde bir tekrar değil misin? Hem de yeni değil misin? Herbir gün yeni bir Ahmed olmuyor musun? Hem de Ahmed kalmıyor musun? Hem hiç etrafına bakmıyor musun? Bolluğu görmüyor musun? Bol olanlar aynılığa çok çok yakın lakin ince ince farklılar. Hakkında düşünmüyor musun? O da birnevi tekrar değil mi? Hem şunu da hatırında tut lütfen: Uyarının bolluğunu görevin tehlikesine hamletmez misin? İhtar çoğaldıkça hassas bir zeminde yürütülmesi gerektiğini işin zannetmez misin? Tekrar tekrar uyanmamızı istiyor demek ki sahibi de. Tekrar tekrar dikkatimizi çağırıyor. Dikkatin aynılıkta uykusu gelir. Dağılır. Yorulur. Dökülür. Belki de bu yüzden her sene yeniden kış-bahar olur. Çünkü bahar, Rûm sûresinin 50. ayetinde de buyrulduğu gibi, ‘mutlaka bakılası’dır.

Arkadaşım, âdemoğlu, kendi fiilerinden hareketle Halık’ını anlamaya çalışırken bazen hata ediyor. Onun “Teveccühünde tecezzi ve inkısam olmaz. Birşey birşeye mani olmaz. Hadsiz ef’ali, bir fiil gibi yapar.” Hem “Sıfatı nasıl mahlukat sıfatına benzemiyor muhabbeti dahi benzemez...” olduğunu hatırlayamıyor. Evet. Önce şunu belleyeceksin. Ezber oğlu ezber edeceksin. Ve dahi kulluğuna ‘bismillah’ diyeceksin: Sen mahluksun. Sınırlısın. Elinden çıkanlar da mahlukiyetinle kayıtlı. Dolayısıyla sınırlı. Senle yaratılanlar, Allah’a bakan müstesna yüzüyle değil hâşâ, sana bakan yüzleriyle kusurlanıyorlar. Kalıbın onları kalıplandırıyor. Sınırların sınırlıyor. Neden? Nasıl? Bunun ‘gözlemci/şahit’ ile ‘yaratıcı/Halık’ arasındaki nüanslarla ilgisi var arkadaşım. Tamam. Senin fiilini de o yaratıyor, yaratan sen değilsin, ama sen o fiili bir parça olarak görebiliyorsun. Görünüşünü kısıtlıyorsun. Arızalandırıyorsun. Sendeki kayıt ona geçmiş oluyor. Her fiil failinden izler taşır. Ona özelleşir. Fırça boyayı yaratamaz ancak boyanma şekline tesir eder. Geometrisini değiştirir. Parmakizi gibi eyleme izleri. Yani ki kusuru âdemin hâtemi, sikkesi, imzası.

Fail fiili nasıl değiştirir işte burada gör: Onun kudret elinden yaratılan herşey, Ona bakan yönüyle kusurlardan münezzeh, ama sana bakan yönüyle izler taşıyor. (Çünkü sana bakan aslında senden görünen sayılır.) Bu yüzden kulun hatasında mesuliyet bulunuyor da Halık’ın yaratmasında cebriyet bulunmuyor. (Çünkü senin hatan yaratılışın bizzat kendisi değil ancak senden görünenidir.) Kesb-i şer şer oluyor da halk-ı şer şer olmuyor. (Çünkü kesbin halkın kendisi değil ancak senle perdelenmesidir.) Onun tekrarında hep hikmet fakat senin tekrarlarında çoğu zaman abeslik var. (Çünkü tekrarların mukarenetinle yapamayacaklarına boyanıyor.) Yani ki: Fiil daire-i esbabtaki sınırlarla yeniden sıfatlanır. Mülk cihetinde böyle görünür. Melekût ciheti apayrıdır. İyisi mi, ene’ni bu işlerde kullanırken, özne değişiminin etkilerini görmezden gelme. Özne sahte de olsa görünen de bir perdeliği var. Cümle denilen şey öğeler bütünü olsa da her öğenin değişimi bizi yeni bir cümleyle karşı karşıya bırakır. Parçasının seçimiyle bütünün görünürlüğü etkilenen bir âlemdir bu. Çünkü parçaların herbiri birer boyalı aynadır.

Şimdi kadere imanın önemini anladın mı arkadaşım? Daha doğrusu: Kaderin Amentü’ye katılmasının bir hikmetini daha kavradın mı? Evet. Aynen. Öyle: Kaderde bizim için büyük bir ferahlık var. Tevhidin nazarımızda tamamlanması var. En büyük resme çıkmak var. Çünkü kader her fiilin fail-i hakikisinin Allah olduğunu hatırlatıyor. Böylelikle failin sen/sebepler göründüğü küçük çirkin resimlerden Allah gözüktüğü büyük resme kaçıyorsun. Rahatlıyorsun. Fiilin sûreti değişiyor. Eserin kemali farkediliyor. Failin sıfatıyla fiil yeniden renkleniyor. Bu yüzden mürşidim de sık sık diyor: “Kadere iman eden kederden emin olur.” Zira derdimiz ‘olanlar’ değil ‘kendi izlerimiz’dir. İzlerimizi/kusurlarımızı silince arıza gider. Biz ‘biz’ olarak aradan çıktığımızda görünüşteki arızalardan da kurtulmuş oluruz. Fakat buna da dikkatini çekmeden yapamayacağım: Seyyiatta aradan çıkmak sorumluluğu almaktır. Hasenatta aradan çıkmak hamdi sahibine teslim etmektir. Böylece ne Cebriye seni düşürür ağına ne de Mutezile. Ehl-i Sünnetin kemal-i itikadıyla dünyanı bir küçük cennete çevirebilirsin. Âmin. Âmin. Âmin.

25 Ocak 2018 Perşembe

Fırtınayı arkamızda bırakmak için

Bu da Risale okurken farkettiğim birşey oldu arkadaşım. İnşaallah doğru farketmişimdir. Farkındalığımın özetiyse şudur: İsim, failin 'fiilin küllünde' görünen yanıdır. Sıfat, failin 'fiilin künhünde' görünen yanıdır. Şuunat, failin 'fiilin devamlılığında' görünen yanıdır. Ne demek bunlar? Elimden geldiğince izah etmeye çalışayım. 'Elimden geldiğince' diyorum. Çünkü zor. Tevfik ise Allah'tandır.

Bir örnek üzerinden somutlaştırmayı deneyelim: Odanızdaki masa 'yalnız varlığına yöneltilmiş bir dikkatle' size bir 'eser' olduğunu söyler. Çünkü vardır. Biraz daha üzerine odaklandığınızda 'yalnız bütünlüğüne yöneltilmiş bir dikkatle' size bir 'faili' olduğunu söyler. Çünkü her eser bir fiil/fiiler sonucudur. Yapıttır. Yapılmıştır.

Oradan 'isme' gidilen bir yol bulunur. İsimler fiilerin faillerini 'teşhis etmek' veya 'hatırlamak' veya 'tanımlamak' için üzerlerine bıraktığımız işaretler gibidir. Yapıtı yapan Yapan'dır. Masayı yapan Marangoz'dur. Duvarı yapan Duvarcı'dır. Sonra siz 'bütüne gösterdiğiniz dikkatin üzerinde bir dikkatle' eserdeki detayları okumaya girişirsiniz. Eserin 'tek bir fiilin' değil 'birbiriyle ilgili birçok fiilin' sonucu olduğunu farkedersiniz. Fiiler ziyadeleşir. Fiilerin ziyadeleşmesi faili de isimlerden aşkın şekilde tarif etmeyi tetikler.

Her nesnede 'varolması varoluşun zaruriyatından olmayan' ama 'varoluşuyla eserin varlığı daha da muhteşemleştiren' 'hikmetli artılar' nazarınıza çarpmaya başlar. Mesela: Örnekteki masa 'varoluşu onu buna mecbur etmediği halde' süslenmiştir, renklendirilmiştir ve/veya şekillendirilmiştir. Bütün bu artıları ustasının/failinin 'sadece bir fail olmaktan öte' meziyetlere de sahip olduğunu gösterir. Çünkü eserde varolmaktan fazlası vardır. Bir özen vardır. Bir sanat vardır. Bir güzellik vardır. İnceliklerin böylesi bir derinlikle okunmasından isimlerin üstünde ('üstünde' demekten kastım 'bütün isimler için geçerli olmak'tır) bir sıfatların farkındalığı/bilgisi ortaya çıkar.

Demek ki o usta 'sadece bir Yapan' değildir. Fazlasıdır. Marifetinin (tabir-i caizse) detayları eserinin küllünde görülen fiilden de aşkındır. O sanatkâr usta, yaratışında, farklı seviyede veya türden incelikleri de gözeten bir ustadır. Sanatı lahana yaprağı gibi içiçe sarılmış, birbirine dolanmış, hatta birbirine dokunmuş, güzelliklere sahiptir. Örneğin: Yaptığını güzel yapmayı seven bir ustadır. Gözün neyi beğeneceğini bilen bir ustadır. İnsanın neyi seveceğini bilen bir ustadır. Eylemekten öte estetik bir murada da sahiptir.

Bu okuma, masanın sadece bütününe değil, detaylarına da gösterilmiş bir dikkatin sonucudur. Detaylar, işte böylece, ustanın fail olmaktan öte yanlarını bize fısıldar. Ancak iş burada da bitmez. Bu kez bakışınız detaylardan çıkar, masanın bütününden yükselir, aynı ustanın yaptığı bütün masaları bir anda kuşatır. (Onlardaki detayları da bir anda kuşatır.) Artık burada görülen eserdeki 'bütünlük' değil eserler dizisindeki 'tekrar'dır. Yani tekrarlanan fiilerin bütünüdür.

Kanundur. Daha doğrusu: Fiilerdeki devamlılıktır. Bu usta yaptığı bütün masalarda aynı hassasiyeti gözetmekte midir? Eğer gözetmiyorsa belki de denk geldiğimiz şu masa bir istisnadır? Ve biz bir istisnadan ustanın ahlakına dair çıkarımlar yapamayız. Çünkü istisnalar kaideyi bozmaz. Fakat özenli bir tekrar ancak kasıtla olur.

Ahlak ise kaide okumalarından çıkar. İşte, bu noktada, fiilerin devamlılığı üzerinden yaptığımız okumaların bilgisine ihtiyaç duyarız. Bakarız ki mesela: Bu usta yaptığı tüm masalarda aynı inceliği gözetiyor. Aynı detayları kotarıyor. Aynı hassasiyetleri koruyor. O zaman sıfatların üstünde bir bilişle 'şuunatın marifetine' ulaşırız. O ustanın bu sanatları yapmaktaki devamlılığının kendi zatındaki bir kemalden ve o kemale işaret eden bir şuunattan kaynaklandığını, varlığın 'zorunda bırakması' veya 'öyle icap ettirmesi' işi olmadığını görürüz. Bu bizi, elhamdülillah, artık eşyadan bağımsız bir bilişe ulaştırır. Varlıktaki değişimlerin sıkletinden kurtuluruz. Kalbimizdeki imanı da, inşaallah, kurtarırız.

Tıpkı fırtınalı bir deniz yüzeyinin altındaki derinliklerde fırtınadan eser olmaması gibi, bize de öyle gelir ki, artık dünyanın üzerinde ne olursa olsun varlığa bakışımızı değiştirmez. Büyüklerimize "Mevlam görelim neyler. Neylerse güzel eyler!" veya "Kahrın da hoş. Lütfun da hoş!" dedirten sır budur. Ustayı şuunat düzeyinde bilmek, aynı zamanda, eşya ile bağlı okumalardan bağımsız olarak onu bilmektir. Daha doğrusu: Aşmış olarak bilmektir. Böyle bir bilgi elbette varlıkta yaşanan karmaşadan etkilenmez.

Nüanslarını şöyle bir örnekle anlatabilirim sanırım: Yeni yeni tanıdığınız bir insanın ahlakını fiillerinden okumaya çalışırsınız. Kadim dostunuzun fiilerini ise ona dair marifetinizle yorumlarsınız. Yabancınız size selam vermeden mi geçmiştir? Bunun tekrarı elbette onun ahlakında bir kemliğe işaret edebilir. Ancak dostunuzun birkaç kez selamsız yanınızdan geçmesi sizi telaşlandırır. Küsmüş müdür? Bir endişesi mi vardır? Kafasını meşgul eden ve çevresine dikkatini azaltan bir derde mi sahiptir? Olabilir. Hepsi olabilir.

Toparlarsam: Şuunat okuması eşyadaki değişimlerin zatın kemali üzerinden okunduğunu/anlamlandırıldığı bir düzeydir. İsim okuması ise eşya üzerinden zatın anlaşılmaya çalışıldığı bir düzeydir. İkisi de mübarektir. İkisinin de yeri vardır. İkisi de çok kıymetlidir. Ancak ikinciye erişince elde edilen huzur bir başkadır.

Ah arkadaşım, sözü çok uzattım, bütün bu söylediklerim mürşidimin şu metnini okurken lütfedildi kalbime işte:

"Nasıl ki, mükemmel, muhteşem, münakkâş, müzeyyen bir saray mükemmel bir ustalık, bir dülgerliğe bilbedâhe delâlet eder. Ve mükemmel fiil olan o dülgerlik, o nakkâşlık, bizzarure, mükemmel bir fâile, bir ustaya, bir mühendise ve 'nakkâş' ve 'musavvir' gibi ünvan ve isimleriyle beraber delâlet eder. Ve mükemmel o isimler dahi, şüphesiz, o ustanın mükemmel, san'atkârâne sıfatına delâlet eder. Ve o kemâl-i san'at ve sıfat, bilbedâhe, o ustanın kemâl-i istidadına ve kabiliyetine delâlet eder. Ve o kemâl-i istidat ve kabiliyet, bizzarure, o ustanın kemâl-i zâtına ve ulviyet-i mahiyetine delâlet eder. Aynen öyle de..."

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...