maneviyat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
maneviyat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ocak 2016 Salı

Kalp neden arş gibidir?

"Beni bir çocuk bile vurur..." Ahmet Kaya, Dokunma Bana şarkısından.

Bu yazıyı, Ahmet'in sezgisine dair bir notu olarak görürseniz sevinirim. Çünkü söyleyeceğim şeylerin altlarının ne kadar dolu olduğuna dair ben de endişeliyim. Bu notta üzerine konuşacağımız şey, arş. Arş, varlığını bildiğimiz, ama niteliğini veya nerede olduğunu bilmediğimiz bir yer. Kur'an'da ve hadislerde çoklukla bahsi geçiyor ve bu çoklukla zikrediliş varlığına iman etmeyi bir mü'min için kaçınılmaz kılıyor. Bu meselenin zaten malumunuz olan tarafı. Belki katılacağınız/katılmayacağınız yorumum ise, mürşidimin arş ve kalp arasında kurduğu benzerliğe dair olacak. Hatta mürşidimin ifadelerinden anladığım kadarıyla bu benzerliği kuran ilk kişi kendisi de değil. Tasavvuf mabeyninde zaten yapılıyor olagelen bir kıyaslamaya dair analiz bu:

"Nasıl bir zerre camdan, bir katre sudan, bir havuzdan, denizden, kamerden seyyarelere kadar güneşin cilveleri var. Herbirisi kabiliyetine göre güneşin aksini, misalini tutuyor ve haddini biliyor. Bir katre su, kendi kabiliyetine göre 'Güneşin bir aksi bende vardır' der. Fakat 'Ben de deniz gibi bir âyineyim' diyemez. Öyle de, esmâ-i İlâhiyenin cilvesinin tenevvüüne göre, makamât-ı evliyada öyle merâtip var. Esmâ-i İlâhiyenin herbirisinin, bir güneş gibi, kalbden Arşa kadar cilveleri var. Kalb de bir arştır. Fakat 'Ben de Arş gibiyim' diyemez."

Fakat sanmayın ki, Bediüzzaman'ın konuya dair tesbitleri sadece bu metinden ibarettir. Başka bir yerde de 'hususiyet' ve 'umumiyet' ekseninde ilham ve vahiy kıyaslaması yaptıktan sonra 'kalbin telefonuyla vasıtasız münacat eden bir veli der...' diyerek şunları söyler: "'Kalbim benim Rabbimden haber veriyor.' Demiyor, 'Rabbü'l-Âlemînden haber veriyor.' Hem der: 'Kalbim Rabbimin âyinesidir, arşıdır.' Demiyor, 'Rabbü'l-Âlemînin arşıdır.' Çünkü, kabiliyeti miktarınca ve yetmiş bine yakın hicapların nisbet-i ref'i derecesinde mazhar-ı hitap olabilir." Evet, veli aldığı ilhamı vahiyle karıştıramaz; çünkü kendisiyle 'kendisine özel/hususi' konuşulmaktadır. Bir nebiyle yapılan konuşma ise geneldir/umumidir. Herkes için söylenmiştir ve herkes için bağlayıcıdır ve herkese göredir.

İşte tam da bu noktadan hareketle, arşa dair yorumum şu: Birşeyin arşı, onun en çok etkilendiği veya etkilenmeye başladığı yerdir. Biraz daha açarsam: İnsanda kalp ve varlık âleminde arş, her iki varlık için de, Cenab-ı Hakkın tasarrufatının en 'yoğunluklu' veya 'ilk' hissedildiği yere tekabül ederler. Arş için Kenan Demirtaş Hoca'nın bir keresinde 'kainatın yönetim merkezi' ifadesini kullandığına şahit olmuştum. Kabul etmekle birlikte 'yönetim' ifadesinin içine, irade sahibi insan için, bir de 'etkileniş' anlamını katmanın kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum.

İnsan, dış etkilerden önce ve en yoğunluklu olarak kalbiyle etkilenir. Sevdiğiniz birisi size yüzünü astığında veya kaşlarını çattığında veya küstüğünde bunun tesir ettiği ilk yer kalbinizdir. Hatta türkülerde/şiirlerde kaşların yaya, kirpiklerin oka benzetildiği ve o okun saplandığı yer olarak da kalbin tasvir edildiği pekçok ifade vardır. Çünkü hakikaten o gözün veya kaşın sanki ilk görüldüğü (tesirinin ilk görüldüğü) yer kafadaki göz/kulak veya baştaki akıl değil, kalptir. Etkilenmeye oradan başlandığını, tesirini ilk orada hissettiğinizden, metinlerinizde öyle dile getirirsiniz.

İşittiğiniz sözler içinde en çok etkilendiklerinizi hatırlayın. Onların nerenizle konuştuğunu düşünmüştünüz? Hatta daha söylenirken bile, onların nereden çıktığını tahmin etmiştiniz? "Adam kalpten konuşuyor!" dediğinizde veya "Kalbimden geçenleri söyledi!" diye ifade ettiğinizde kastettiğiniz yine bu etkinin başlangıç noktası ve yoğunlukla yaşandığı yerdir. Yani bana göre insan önce kalbinden etkilenmeye başlar. Sair duyular bu etkinin sadece taşıyıcılarıdır. Göz, görür, ama böyle bir etkiyi yaratamaz. Kulak işitir, ama etkiyi hissedemez. Ancak kalptir ki, verisel bilginin etkiye ve etkileyici bilgiye dönüştüğü makamdır. Maddesel olan 'duyu'nun, manevi olan 'duygu'ya dönüştüğü yerdir.

İşte bilginin etkiye dönüştüğü makam, yani arş, kalp olduğundan dolayıdır ki, kalp mühürlendiğinde iş biter. "Andolsun ki, peygamberleri onlara apaçık deliller getirmişlerdi. Fakat önceden yalanladıkları gerçeklere iman edecek değillerdi. İşte kafirlerin kalplerini Allah böyle mühürler." Ve Kur'an bu hali şöyle tasvir eder: "Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler."

Buraya kadar söylediklerimden hareketle diyebilirim ki: Mahlukat âlemindeki arş da insandaki kalp gibidir. Kainatta Cenab-ı Hakkın her an işlemekte olan tasarrufatının en yoğun ve ilk hissedildiği yer orası olabilir. Tasavvufta çok kullanılan ve bir büyük manevi uyanışı ifade eden 'kalp gözü açılma' halinin de 'kalp mühürlenmesi'nin zıttına olarak, etkinin daha farkında olmakla veya daha çok etkilenmekle ilgili olduğunu düşünüyorum. Tabii bunlar sadece düşüncelerim.

Yine Kur'an'da zikri geçen Allah'ın 'kişinin kalbine ondan daha yakın olması' da bu etkiyle açıklanabilir birşey. Etkileyen, üzerinden etkilediği şeye, elbette etkilenenden daha yakındır. Çünkü burada kıstas, mekansal yakınlık değil, etkileşimdir. Allah, insanı kalbi üzerinden etkilemeye herkesten ve herşeyden daha yakındır. Hatta insanın kendisinden bile. Çünkü etkilenen olarak pasif konumda yeralan insan kalbindeki duyguları istediği gibi değiştirmekten dahi yoksundur.

Allah; bazen bir gülüşle, bazen bir yağmurla, bazen iyi bir haberle ve bazen de hüzünlü bir şarkıyla kalbinizi, kainatı evirip çevirdiği gibi evirir çevirir. Siz, sadece şahit olursunuz. Şuur/farkındalık penceresinden seyredersiniz. Ve o etkileyişe göre şahitliğinizin selametini/dengesini korumaya çalışırsınız. İmtihan da budur. Tam da bu noktada Allah Resulü aleyhissalatuvesselamın meşhur kasemi olan 'nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki...'yi anımsayalım. Mürşidimin de çok güzel bir şekilde ifade ettiği gibi: Bu salt bir yemin değil, ümmete bir derstir. Daha kendi nefsine/kalbine gücü yetmeyen insanın kibirlenmesi kadar boş birşey var mıdır? Demem o ki: Hüzünlü bir şarkıya, gamlı bir yüze, kederli bir hatıraya veya bir 'keşke'ye bile gücü yetmeyen insanlarız. Etkilenmemek gibi bir gücümüz yok. Bu havamız kime gerçekten?

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...