Kevser etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kevser etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Mart 2018 Salı

Soyu kesik olan kimdir?

Bilenler bilir. Mürşidim meyveye benzeterek bu ümmetin evliya ve asfiyasını sıklıkla yâdediyor. Hatta onları, Aleyhissalatuvesselamın davasının zamana yayılmış, yaşamış, nefes almış, konuşmuş, öğretmiş, hissetmiş, ahlak edinmiş, akletmiş ve istikametli hayatları ile getirdiği hakikatin doğruluğunu isbat etmiş delilleri olarak anıyor. Ben de, yine bu pencereden bakarak, Kevser sûresini (bir yönüyle daha) anlamak noktasında (İktidar Hayrettedir yazımda) dedim ki:

"Bu nedenle, ben derim ki, yeniden elde edilmek istenen 'kültürel iktidarın' lazımlarından birisi de şu hayrettir. Neye hayret ettiğinizin cevabı iktidarın kimde olduğunu da belirler. Görünürde ne kadar savletli olursanız olun. Geçicidir. Eğer bu gücü (veya hakikati diyelim) sizden sonrakilere 'hayret' olarak aktaramıyorsanız soyunuz kesiktir. Kevser sûresi, bu noktada, kimin 'ebter' olduğunu tam bir isabetle teşhis eder. Hayret edilecek ahlak, ehl-i şirkte değil, Allah Resulü aleyhissalatuvesselamdadır. Akması kesilmeyen kevser ondadır. Dersi hiç bitmeyen istikamet ondadır. O halde devam edecek olan hakikat de odur. Onundur. Zaman da bu hükmü isbatlamıştır."

Evet. Zaman bu hükmü isbatlamıştır. Hatta, bu noktadan bakıldığında, Yunus sûresinin 38. ayetindeki meydan okuma daha incelikli bir şekilde anlaşılır: "Yoksa onu (Muhammed kendisi) uydurdu mu diyorlar? De ki: Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi siz de onun benzeri bir sûre getirin ve Allah’tan başka, çağırabileceğiniz kim varsa onları da yardıma çağırın."

Bu meydan okumanın cevabı körkütük bir sessizliktir. Çünkü kâfirler, ne ilk nüzul ettiği çağda, ne de daha sonrasında Kur'an'ın bir benzerini getirememişlerdir. Kanaatimce: Kur'an'ın 'tarihselliği' (yani dönemine özgü olduğu) yönündeki iddialar da en çok böylesi ayetlerin çelikten pençesiyle yara alır. Zira sekülerizmin zamanla gelişen(!) şeyler üzerinden dogmatik şekilde iman ettiği 'şartların değişmişliği' veya 'eskidenliği' bu ayetlerle yanlışlanmıştır.

Kur'an'ın benzeri getirilemeyecektir. Bunun tarihselliği falan yoktur. Yerine birşey koyabilmek, öncekini eskitebilmek, zamanın değişmişliğinden dem vurabilmek, bütün bunlar da aslında 'benzerini getirmek' çabalarıdır. Ne önce ne de sonra. Ne şimdi ne de gelecekte. Ne Ebu Cehiller bunu başarabilecektir ne de Marxlar. O halde Kur'an'ın indiği şartlarla bugünün şartları arasında bir değişiklik yoktur. Bütün zamanın insanları acizliklerinde eşittir.

Hatta şu da var: Bu acizlikte bir artma veya azalmadan sözedilecekse Yunus sûresinin 38. ayeti bize acizliğin 'azalma' değil 'artma' yönünde geliştiğini söyler. Öyle ya! Aleyhissalatuvesselam bu dini ilk tebliğ ettiği günlerde mübarek ağaç henüz bir tohumdur. Ondan bütün dünyayı saran, bağrından onlarca devlet ve medeniyet çıkaran, eserleriyle küre-i arzı süsleyen, yetiştirdikleriyle insanlığa ışık tutan bir İslamiyet ağacı yeşermemiştir. Tohumun tohumu taklit etmesi bir derece kolaydır. Bazı tohumlar vardır ki, ehli olmayanlar, toprağa atılıncaya kadar onları karıştırabilirler. Birisinin tohumunu diğerinin sanabilirler. Fakat toprak sâdıktır. Her yalanı ortaya çıkarır. Menekşe diye atılan eğer başka bir çiçeğinse, toprağı yalancı çıkaramaz, ondan menekşe çıkar. Elma diye ekilen fidan başka bir ağacınsa, toprak aldatılamaz, bağrından elma ağacını yeşertir.

Zaman da işte böyle bir topraktır. Ona atılan da yeşerdikçe üzerine söylenmiş yalanları ortaya çıkarır. Aleyhissalatuvesselamın getirdiği Kur'an'ın, daha yeşerip 14-15 asırlık bu devasa ağacı bağrından taşırmadan evvel taklid edilememesi, ileride asla taklid edilemeyeceğine sapasağlam bir delili olur. Çünkü tohumken taklidi becerilemeyen ağaçken asla taklid edilemez. Taklitçiler taklidde giderek acze düşerler. Zaman onların ancak aczlerini arttırır.

Kur'an'ın benzerini getirmek İslam'ın da benzerini getirmektir. Bağrından milyarlarca müslüman; milyonlarca evliya, asfiya, meşayih, ârifan; onlarca devlet, medeniyet, âdil sultan çıkaran bir dinin benzerini getirmek, giderek insanlığın daha fazla acze düştüğü bir meseledir. Kevser sûresindeki 'kevser'in bir ucu da buna bakar. Yani: Müseyleme, belagatıyla o kevsere erişmekte ne kadar acizse, modern zaman ideologları da demagojileriyle o kadar acizdir.

Evet. Belki onun, kâfirlerin övünç vesilesi saydığı türden, erkek evlatlarla yeşerip büyüyen bir soyu olmamıştır. Ancak getirdiği hakikatle dünyayı saran öyle bir manevî soyun sahibidir ki, onun karşısında diğer bütün soylar, ideolojiler, sahte dinler, medeniyetler Musa aleyhisselamın asâsı karşısında sahte yılanları yutulan büyücülere dönerler. Herbirinin insanlığa getirdiği felaketler dizisi, saadet vaadlerindeki yalancılıkları, bağırlarından çıkan zulm u zakkum meyvelerin acılığı, bu ayetin ve Kevser ayetlerinin haber verdiği şekilde İslam'ın hak olduğunun delili olur. Allahu'l-alem.

15 Mart 2018 Perşembe

İktidar hayrettedir

Hiç kıvırmaya gerek yok. Hayreti yöneten gayreti de yönetir. Bu hep böyle olmuştur. Bediüzzaman'ın, gerek İçtihad Risalesi'nde 'selefin yetkinliği' ve 'bizim yetkisizliğimiz' hakkında söyledikleri, gerekse II. Dünya Harbi'ne duyulan merakın 'hizmet-i imaniyeye vereceği zararlar' bağlamındaki endişesi, aynı sırrı fısıldar bize: Hayretimiz gayretimizin paçasıdır. Onu kaptırırsak şunu da kaptırmış oluruz. Odak noktamızı yitirirsek (veya başkalaştırırsak), bu, peşinden gelen her çabayı da sürükler. Kendisinin malı yapar.

"Her zamanın insanlarınca kıymetli addedilerek efkârı celb eden câzibedar bir metâ merguptur. Meselâ, bu zamanda en rağbetli, en iftiharlı, siyasetle iştigal ve dünya hayatını temin etmektir. Selef-i Salihîn asrında ve o zaman çarşısında en mergup metâ, Hâlık-ı Semâvat ve Arzın marziyatlarını ve bizden arzularını kelâmından istinbat etmek ve nur-u Nübüvvet ve Kur'ân'la kapatılmayacak derecede açılan âhiret âlemindeki saadet-i ebediyeyi kazandırmak ve vesâilini elde etmek idi. Bu itibarla, o zamanlarda bütün fikirler, kalbler, ruhlar marziyat-ı İlâhiyeyi bilmek ve öğrenmeye müteveccih idi. Bunun için, istidat ve iktidarı olanlar o zamanlarda vukua gelen bütün ahval ve vukuat ve muhaverattan ders almakla, içtihadlara zemin teşkil eden yüksek istidatlar vücuda gelirdi. Şimdi ise, fikir ve kalblerin teşettütü, inayet ve himmetlerin zâfiyeti, insanların siyaset ve felsefeye iptilâ ve rağbetleri yüzünden bütün istidatlar fünun-u hâzıra ve hayat-ı dünyeviyeye müteveccihtir. Ahkâm-ı diniyeye sarf edilecek müstakim bir içtihad yoktur."

Bu nedenle, ben derim ki, yeniden elde edilmek istenen 'kültürel iktidarın' lazımlarından birisi de şu hayrettir. Neye hayret ettiğinizin cevabı iktidarın kimde olduğunu da belirler. Görünürde ne kadar savletli olursanız olun. Geçicidir. Eğer bu gücü (veya hakikati diyelim) sizden sonrakilere 'hayret' olarak aktaramıyorsanız soyunuz kesiktir. Kevser sûresi bu noktada kimin 'ebter' olduğunu tam bir isabetle teşhis eder. Hayret edilecek ahlak, ehl-i şirkte değil, Allah Resulü aleyhissalatuvesselamdadır. Akması kesilmeyen kevser ondadır. Dersi hiç bitmeyen istikamet ondadır. O halde devam edecek olan hakikat de odur. Onundur. Zaman da bu hükmü isbatlamıştır.

Bunun benim çocukluğuma bakan yanı ise şöyle: Ben çocukken, bilmiyorum hangi saikle, evliya menkıbesi okumaya pek meraklı idim. Siyer, sahabe hayatı, peygamberler tarihi türü eserlerden sonra en yoğun ilgim menkıbelereydi. (Yahut da çevremde o türden kitapların çokluğu nedeniyle bu ilgim gelişmişti.) Ve ben menkıbeleri okurken şimdi yeğenimin Örümcek Adamı veya Süpermen'i izlerken aldığına benzer bir lezzet alırdım. Özellikle kerametlere dair bahisler ayaklarımı yerden keserdi. Güzel ahlaklarına dair örnekler ruhumu ateşlerdi. Zekalarını kullanış tarzları, hakkı savunmaktaki sebatları, belalara karşı sabırları, ezberlerinde bilgi miktarı ve ilim yolunda girdikleri zahmetler benim için büyüleyiciydi. Eğer hakikaten bir süper kahramanlar dünyasından bahsedilecekse, işte, onlardı. Ben bu hayret ile büyüdüm. Geçenlerde Emirdağ Lahikası'nı okurken farkettim ki: Mürşidim de aynı hayretle büyümüş.

"Eski meşhur ulema ve evliyalar ve allâmeler ve kutublar—onların medar-ı bahsi oldukça ben de dokuz on yaşındayken dinliyordum, kalbime geliyordu ki, bu talebeler, âlimler, ilimde, dinde büyük bir fütuhat yapmışlar gibi vaziyet alıyorlardı. Bir talebenin bir parça ziyade zekâveti olsaydı, büyük bir ehemmiyet verilirdi. Münazarada, bir meselede birisi galebe çalsa, büyük bir iftihar alırdı. Ben de hayret ediyordum, o hissiyat bende de vardı."

Bu hayreti küçük görmemek gerekiyor. Küçükken dünyasına hayretin böylesi nakşolmamış bir çocuğun gayretini sonradan çevirmek de zor. Şimdi bakıyorum, görece dindar yayınevlerinde dahi, böyle evliya menkıbelerini (özellikle çocuklara göre versiyonlarını) bulmak güçleşiyor. Çünkü böylesi bir hayretin o yaşlarda uyandırılması gerektiğine inançlarını yitirmiş durumdalar. Hatta kimi dindar aileler böylesi menkıbelerin çocuklarının kafalarını karıştıracağını dahi düşünüyorlar. (Her nedense evrim ve ateizm üzerine kurulu süperkahraman yapımları değil de bunlar karıştırıyor.) Naklolan hâdiselere 'hurafe' demeyi seçenleri hiç anmıyorum bile. Onların çocuklarının, eğer Allah'tan bir inayet gelmezse, alacakları hal belli. Geçmişe karşı öfke. Köklerine karşı bir tepki. Özlerine dair bir küçük görme. Varacakları yer az-çok burası.

Bu açıdan bakınca 'kültürel iktidar' meselesini artık daha doğru bir zemine oturtmak gerektiğini düşünüyorum. Neden? Biraz da şundan: Eğer sen, köklerine dair bir hayreti uyandırmak yerine, yine ellere hayret uyandırıyorsan; varsın bütün yayınevleri, sinemalar, tiyatrolar senin olsun; iktidar falan elde edemezsin. Öncelikle hayretinin köklerine yönelmesi gerek. Ve yönlendirmesi gerek. Diğerlerinin öncelikle senin gözlerinden düşmesi gerek. Fakat şimdi bakıyorum: En çok 'kültürel iktidar' meselesini atıf yapanlar aynı zamanda takdiratını en çok dağıtanlar. Sen bu hayret üzere gidersen gayretin nasıl 'senin iktidarını' netice verebilir ki? Yapabileceğinin en ilerisi gayrının iktidarını tahkim etmek olur. Çünkü sen, aynı iktidarın isminin üzerinden görünürlüğünü istiyorsun, hakiki hayretini istemiyorsun. Ebterliğin kaçınılmaz senin.

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...