Mezhep etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mezhep etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Eylül 2022 Perşembe

Peygamberimiz hangi tarikattendi?

Damlaya geldiği deniz sorulur. Denize geldiği damla sorulmaz. Işığa kaynadığı güneş sorulur. Güneşe kaynadığı ışık sorulmaz. Kayaya koptuğu dağı sorarsın. Fakat dağa koptuğu kayayı soramazsın. Çünkü, arkadaşım, bütün parçadan daha azı olamaz. Bütünü parçadan az görmek bir mantık hatasıdır. O yüzden böylesi imâlarla edilen suallere karşı da dikkatli ol. Cevap vermekte acele etme. Üzerlerine kuruldukları mantığın sakatlığını ortaya koy önce. Sonra, eğer dilersen, yeniden kurgulayıp soruyu, bir yanıt verebilirsin. Bence en güzeli de budur. Aksi halde cevaplamak pusuya düşmek olur. Düşmanın mızrağını vücuduna saplayıp bedeninden çıkan ucuyla yine düşmana saldıramazsın. Öyle hücum edene cesur demezler.

"Peygamberimiz hangi tarikattendi?" veya "Aleyhissalatuvesselam Efendimiz hangi mezheptendi?" gibi sualler de böylesi tuzaklardır bana göre. Neden? İlk olarak Onun bütünlüğünü ıskalattığından. Nübüvveti parçalaştırdığından. Parçaya bütünü yutturacak bir cerbeze çevirdiğinden. Halbuki din nübüvvetin göğsünden kaynar. Sünnetiyle şekillenir. Hayatıyla hayatlanır. Hz. Aişe radyallahu anha annemizin tabiriyle Onun ahlakı Kur'andır. Hakikat bu iken nasıl ulu güneşe "Hangi pırıltıdan doğdun?" denilir. Nasıl okyanusun anneliği damlada aranır. Nasıl dağın cesameti çakıltaşlarıyla açıklanır. Kül cüzzün içine sığmaz ki. Aksine parçalar bütünde toplanır. Aleyhissalatuvesselam Efendimiz bütünlüğümüzün ta kendisidir. Bizse, mü'minliğimiz miktarınca, Onun parça parça parçalarıyız. Mahşer günü sancağı altında toplanmayı ümit ettiğimiz gibi bugün de hidayeti altında toplanırız.

Öyleyse bu suallerin düzeltilmiş şekli şöyle olabilir: "Hangi tarikatler Tarikat-ı Muhammediye'dendir?" veya "Hangi mezhepler Mezheb-i Muhammediye'dendir?" Onun da cevabını Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat'in manası veriyor zaten. Ona rağmen yol arayanlar bid'adadır. Bidayeti olduğu caddenin içinde kalanlarsa Ondandır. Onun ta kendisi olamazlar. Onun kadar/gibi bütünlüğü ifade edemezler. Lakin ittibaları miktarınca yolun parçası olurlar. Yani ki: Bütünlükleri yolun etrafını çevirir. Parçalıklarıysa yolun içinden geçirir. Bu nedenle kat'iyyen horgörülemezler. Doğrudur: Parça bütünden küçüktür. Ama parça bütünden gayrısı da değildir. Madem damla denizdendir. Madem ışık güneştendir. Madem  kaya dağdandır. O zaman damlaya, ışığa, kayaya hakaret dolayısıyla denize, güneşe, dağa hakarettir. Cüze hakaret külle de hakarettir. Ehl-i Sünnet tarikatlere/mezheplere yapılan saldırılar da bu nevidendir arkadaşım. Hiç tereddüt etme. Adını tam koy. Hasmının şom niyetini tam kavra. Halılarını tutuşturana "Binayı yakmıyor ki canım!" hoşgörüsüyle bakma. Madem ki halı binanın içindedir. O halde parçasıdır. O halde binadandır. Ateşin kastına bina da dahildir.

İstersen sana bunu Esmaü'l-Hüsna üzerinden de izah edebilirim. (En azından denerim.) Şöyle ki:  Aleyhissalatuvesselam Efendimiz İsm-i Âzâma, her ismin âzâm mertebesine mazhardır, yüceliği öyle bir yüceliktir. Hatta bir yerde mürşidim der ki: "İsm-i Âzama mazhar olan Resul-ü Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın bir âyette mazhar olduğu feyz-i İlâhî belki bir peygamberin umum feyzi kadar olabilir." Subhanallah! Sen, öyle bir güneşler güneşini ufkuna yerleştir, sonra da dönüp şu diğer hikmete bir bak: "İsm-i Âzam herkes için bir olmaz. Belki ayrı ayrı oluyor. Meselâ: İmam-ı Ali radıyallahu anhın hakkında Ferd, Hayy, Kayyûm, Hakem, Adl, Kuddûs, altı isimdir. Ve İmam-ı Âzamın İsm-i Âzamı Hakem, Adl, iki isimdir. Ve Gavs-ı Âzamın İsm-i Âzamı yâ Hayydır. Ve İmam-ı Rabbânînin İsm-i Âzamı Kayyûm, ve hâkezâ, pek çok zatlar daha başka isimleri İsm-i Âzam görmüşlerdir..." 

Şimdi, 'her ismin âzâm mertebesine mazhar olmak' nerede, o 'isimlerden birkaçını İsm-i Âzâm tutmak' nerede... Mesafeyi birazcık kavradın mı arkadaşım? Benim gibi heyecanlandın mı? Evet. Salih büyüklerimiz o güneşin gölgesinde gezen parıltılardan ibarettir sadece. (Allah o parıltıları gecemizden eksik etmesin.) Parıltı güneştendir. Doğru. Fakat güneş parıltıdan değildir. 'Parıltı' dedim. O da seni aldatmasın. Mütekebbir burnun havaya dikilmesin. Onların parıltısı güneşe göre parıltıdır. Sana göreyse güneştir. Haddini bilerek konuş. Sen belki kibrit alevi dahi değilsin. Parladığın da şüphelidir. Sahi. Kuzum kendi karanlığına bakmıyor musun? Ateşböceği gibi pırpırını görmüyor musun? Nankörlüğün körlüğünü arttırır. Körlüğün nankörlüğünü ziyadeleştirir. Bakmayanların halini seçiyorsun. Güneş gibi büyüklere/yollara dil uzatıyorlar. Allah bizi dilleri kopasıcalardan eylemesin. Âmin.  

14 Haziran 2018 Perşembe

'A' partisine oy vermek bizi onun zulümlerine ortak eder mi?

Bundan yıllar önce 'A' partisine oy veren bir arkadaşım 'C' partisine oy verenler hakkında şöyle bir soru yöneltti bana: "Bu partiye oy verenler için 'küfre girdiklerini' söyleyemez miyiz?" Ben de "Söyleyemeyiz elbette!" dedim. O biraz daha ısrarcı davrandı. Vazgeçmedi. Dedi ki: "Bu partinin şimdiye kadar yaptıkları ortada. Hep dinin aleyhinde çalışıyorlar. Hep dindarlara zulmediyorlar. Onlara destek olmak 'zulümlerine taraftar olmak' sayılmaz mı? Dolayısıyla onlara oy verenler de bu zulme destek çıkmış olmuyorlar mı?" Ben de kendisine Risale-i Nur'da da zikredilen önemli bir kaideyi hatırlattım: "Lazım-ı mezhep 'mezhep' değildir."

Peki "Lazım-ı mezhep 'mezhep' değildir!" ne demektir? Onu da bir örnekle açmayı deneyelim. Diyelim ki: Bilmediğiniz bir semtte yürürken birkaç adım ötenizde sıcaktan bayılan oldu. İnsansınız. Yardım etmek istediniz. Aklınıza hemen 'soğuk su bulmak' geldi. Karşınıza çıkan ilk markete daldınız. Soğuk suyu aldınız. Koşup gelip adamı rahatlattınız. Sonra farkettiniz ki burası içki satan bir markettir. Hatta o semtteki marketlerin çoğu böyledir. Siz de, maşaallah, dinî konularda hassas birisisiniz. Böyle yerlerden alışveriş yapmamaya çalışıyorsunuz. Ancak olan da oldu. Artık zamanı geriye döndüremezsiniz. Kullandığınız suyu iade edemezsiniz. Şartlar sizi 'ehven-i şerreyni/kötünün iyisini' seçmek zorunda bıraktı. Can kurtarmak için o suyu oradan almaya kendinizi mecbur bildiniz.

Hayal bu ya. O sırada bir tanıdığınız da uzaktan sizin bu yaptıklarınızı izliyordu. Herşey olup bittikten sonra yanınıza gelip dedi ki: "Sen şimdi küfre girdin. Tekrar müslüman ol. Tevbe et." Şaşırdınız. Ve sordunuz: "Neden?" O da şöyle cevap verdi: "Çünkü içki satan bir yerden alışveriş yaptın. Dolayısıyla onun içki satmasına destek vermiş oldun. Dolayısıyla içkinin haramiyetine itiraz ettin. Haram olan birşeyin helalliğini savunmak ise dinden çıkmaktır."

İşte, arkadaşlar, bütün bu 'dolayısıyla, dolayısıyla, dolayısıyla' atıfları 'lazım-ı mezhep'tir. Sizin asıl mezhebiniz ise 'acilen soğuk su bulmak'tır. Niyetiniz, ne 'içki satan bir markete destek vermek'tir, ne de 'içkinin helalliğini savunmak'tır. Bu nedenle muradınız dışında yapılan böylesi küfür suçlamaları haksız suçlamalardır. Siz de bunu vicdanınızda takdir edersiniz. Çünkü küfrü niyet etmemişsinizdir.

Siyasette de bu kaidenin hakikatini idrak etmemiz gerekiyor. Bir insan 'A' partisine oy veriyor olabilir. Bir insan 'C' partisine oy veriyor olabilir. Fakat, hiçbir oy, o partinin veya o partideki her kişinin veya o partinin her uygulamasının, oy veren kişi tarafından onaylandığı/desteklendiği anlamına gelmez. İnsan kastından mesul olur. "Zulme rıza zulümdür!" veya "Küfre rıza küfürdür!" gibi kaideler bizzat zulmün veya küfrün onaylandığı zamanlar için geçerlidir.

Yoksa bir insan takım tutmakla o takımın her taraftarının işlediği suçların mesulü olmaz. Holiganların taşkınlıkları tüm taraftarlara yazılmaz. "Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez!" ayet-i celilesinin bir yüzü de buraya bakar. Yani 'zulmün' veya 'küfrün' onayı bizzat zulmün ve küfrün onayıdır. Yoksa bir insan sırf Sivaslı olmakla Sivaslıların bir kısmının işlediği bir cürmün (veya her cürmün) sorumlusu olmaz. Velev sabah-akşam Sivaslı olmakla övünüyor olsun. Yine de olmaz. Ancak o zulme sahip çıkarsa olur.

Kişiler değişiyor ama mevzular değişmiyor. Geçenlerde de başka bir arkadaşım 'A' partisine oy vermenin 'zulümlerine ortak olmak' anlamına geleceğini söyledi. Hatta kendi validesini bu yolla 'A' partisine oy vermekten vazgeçirdiğini söyledi. Aynı hatayı onda da gördüm. Bir insan 'A' partisine illa onun her uygulamasına "Helal olsun!" diyerek oy vermiyor olabilir. Bu seçim bir 'ehven-i şerreyn' seçimi olabilir. Ehven-i şerreyn ise, bizzat Bediüzzaman'ın ifadesiyle, bir adalet-i izafiyedir. Adalet-i izafiye, daha bu başlığı yüklendiği anda, işin içinde şerrin de olduğunu kabul eder. Zaten dünyada insanın karıştığı hiçbir iş, hele böyle kapsamlı işler, büsbütün hayır değildir. Aynı bahsin devamında mürşidim de der: "Âlemin her halinde hayr-ı mahz olamaz."

Bakınız, hem muhalifte hem muvafıkta, aynı sorun var. Dinî argümanları kullanarak birbirimizi esir almaya çalışıyoruz. Lakin dinî argümanların meze yapıldığı her tartışmanın bizi götürüp 'tekfir' kapısına iteklemesi kaçınılmaz oluyor. Çünkü taraflar bu tartışmaları 'ikincil niyetlerle' yürütüyorlar. Din ile toplum mühendisliği yapıyorlar. Yani, Allah selamet versin, bilmiyorum sonumuz ne olacak? Herhalde yakında, DP'ye oy verdiği için, Atatürk'ü Koruma Kanunu veya Anıtkabir gibi icraatların sorumluluğu da Bediüzzaman'a yüklenecek. Yok. Hayır. Buna mecbur değiliz. Kıralım bu zinciri. Birazcık merhamet herşeyin çözümü olabilir.

"Kafirleri dost edinmeyin!" ayet-i kerimesini Bediüzzaman'ın ele aldığı yeri hatırlayalım mesela. 'A' partisine oy vermenin 'yaptığı bütün zulümlere ortak olmak' anlamına geldiğini söyleyen aslında tam da bu ayetin 'yanlış anlayıcıları'na benziyor. Peki mürşidim onlar hakkında ne diyor? Alıntılayalım: "Hüküm müştak üzerine olsa, me'haz-ı iştikakı, illet-i hüküm gösterir. Demek bu nehiy, Yahudi ve Nasara ile Yahudiyet ve Nasraniyet olan âyineleri hasebiyledir. Hem de bir adam zâtı için sevilmez. Belki muhabbet, sıfat veya san'atı içindir. Öyleyse her bir Müslümanın her bir sıfatı Müslüman olması lâzım olmadığı gibi, her bir kâfirin dahi bütün sıfat ve san'atları kâfir olmak lâzım gelmez. Binaenaleyh, Müslüman olan bir sıfatı veya bir san'atı, istihsan etmekle iktibas etmek neden câiz olmasın? Ehl-i kitaptan bir haremin olsa elbette seveceksin!"

Yahu, tamam, bunlardan hiçbirisi 'hayr-ı mahz' değildir. Kabul. Fakat siz de kabul edin. Yine bunlardan hiçbirisi 'şerr-i mahz' da değildir. İnsan, 'A'ya veya 'B'ye veya 'C'ye oyunu o şer içindeki hayrı görerek, amaçlayarak, hedefleyerek, niyet ederek vermiş olabilir. Zannında hata vardır. O ayrı. Güvenli zeminde kalınarak zannı tartışılabilir. Lakin hemen manevî esaret altına almak, zulme ortak etmek, hatta ve hatta küfre götürmek... İnsanın bu insafsızlık karşısında durup durup "Allah'tan korkun!" diye bağırası geliyor. Cenab-ı Hak cümlemizin ayağını istikamet üzere eylesin.

Allah'ın 'aynısı' olunmaz 'aynası' olunur

"Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir." 11. Söz'den. Mürşidim, Ramazan Risa...